18 Temmuz 2014 Cuma

Çocuğunuza antibiyotik alırken bir daha düşünün

Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı bazı ilave web linkleriyle beraber burada da paylaşıyorum...
***

Bizim oğlan geçenlerde ateşlendi. Yaz günü bu ne ateşi, geçer nasıl olsa diyerek üç günü heba ettik, ateş düşmeyince de mecburen doktorun yolunu tuttuk.
Basit bir test, 'Beta' adı verilen bakterinin 11 yaşındaki oğlumuzun üst solunum yollarına yerleştiğini gösterdi ve hemen antibiyotik tedavisi başladı.
Ve tam bu tedavinin ortasında ben The New York Times'da, zaten epeydir yakından izlediğim bir konuda yeni bir yazı daha okudum. Geçen gün bu yazıyı kendi blogumda da paylaştım ama bir de burada özetlemeye çalışayım.
Kendimizi insan sanıyoruz ama aslında biz bir çeşit 'süper-organizma'yız. Çünkü vücudumuzda bizimle birlikte 100 trilyon bakteri de yaşıyor. Yani bizim öz hücre sayımızdan daha fazlalar.
Ve bu bakteriler öyle parazit falan da değiller. Onlar olmadan biz, biz olmadan onlar varolamıyor. Üstelik bu durum doğduğumuz andan itibaren geçerli.
En basiti, yeni doğan bir bebekte anne sütündeki bazı önemli proteinleri işleyecek enzimler bulunmuyor. Bu proteini yeni doğan bebek normal doğum sırasında kendisine geçen bakteriler yoluyla sindirebiliyor.
Vücudumuzdaki bu bakteri sistemine 'mikro-biyom' adı veriliyor. Sağlık bilimleri bu mikrobiyomu daha yeni yeni keşfediyor. Mesela obezite, kalp-damar hastalıkları, Tip 2 diyabet gibi halk sağlığını gerçekten ciddi biçimde tehdit eden hastalıkların hepsinin vücudumuzdaki bakterilerin bazılarının bozulması veya işlevini kaybetmesiyle doğrudan ilişkisi olduğu yolunca çok ciddi bulgular var.
Bilimciler mikrobiyomu ve fonksiyonlarını inceleye dursunlar, bizim bu aşamada yapabileceğimiz en iyi şey, kendi mikrobiyomumuzu korumaya çalışmak. Yetişkinler için geç kalınmış olabilir tabii, ama en azından çocuklarımızınkini korumaya çalışmalıyız.
Peki nasıl bozuluyor mikrobiyom?
En başta, normal doğumun değil de sezaryenin tercih edilmesi sorumlu. Tıbbi zaruretten kaynaklanan sezaryenlere diyecek bir şey yok ama kozmetik sebeplerle ('Kızım Boğa Burcu olsun istiyorum' diyen bile varmış) yapılıyorsa sezaryen pek hoş bir şey değil; bunu bilelim. Çünkü çocuk daha doğarken bu bakterilerden yoksun bırakılmış oluyor ve sezaryenle doğan çocukların obeziteye yatkınlıkları normal doğanlardan yüzde 26 daha fazla olabiliyor.
İkinci sırada antibiyotikler geliyor. Özellikle çocuk yaşta alınanlar. Bu ilaç sadece bizi hasta eden bakteriyi hedef almıyor, yanısıra bağırsak ve midemizdeki milyonlarca bakteriyi de öldürüyor. Halbuki onlar yaşamasını isteyeceğiniz bakteriler.
Üçüncü sırada et ürünleri geliyor. Çünkü endüstriyel üretimde büyükbaş hayvan ve tavuklara o kadar çok antibiyotik veriliyor ki, mesela Amerika'da toplam antibiyotik tüketiminin üçte ikisini et endüstrisi yapıyor.
Siz siz olun, çocuğunuza antibiyotik verirken bir daha düşünün.


Bu yaz sıcağında kim siyaset okumak ister ki...



Biliyorum, işim siyasi gelişmeler hakkında yazmak. Ama bu sıcakta ve daha da önemlisi bu kısır gündem içinde siyaset yazmaya da elim varmıyor.
Köşe yazarı esnafının kimisi açık açık ve göstere göstere, kimisi gizli gizli Cumhurbaşkanı seçiminde hangi adayı neden tercih ettiğini veya etmediğini yazıp duruyor.
Sonuçta bir düzlemden baktığınızda iki tür (siyaset dışı ve içi) adayın yarıştığı bir siyasi yarış bu. Üç adaydan birinin (Recep Tayyip Erdoğan) avantajı da dezavantajı da yaptıkları ve yapabilecekleri. Bir diğerinin (Ekmeleddin İhsanoğlu) ise avantajı ve dezavantajı yapmadıkları, yapmayacakları. Üçüncü aday (Selahattin Demirtaş) uzun yıllardır Türk siyasetinde duyulmayan bir sesle kendine yer açmaya çalışıyor ama o ses bunca yıldır neden duyulmuyorsa tam da o sebeple bu seçimde fazla bir şans da verilmiyor o adaya.
Kendimce bir kısa paragrafa özetlediğim bir yarış hakkında bugüne kadar bir sürü yazdı yazdım, Allah bilir daha da yazacağım. Ama yazılar da keçiboynuzu misali, okuyucuyu bugün olduğu yerden başka bir yere götüremeyecek ahkamlar sonuçta.
Daha da fenası, benim gördüğüm araştırmalar adaylardan birine (Erdoğan) oy verecek olanların büyük ölçüde kararlarını verdiğini, diğer iki adayın seçmeninde ise hala daha bir kararsızlık görüldüğünü ortaya koyuyor. Yani seçmen kendi seçimini büyük ölçüde yapmış durumda zaten; bu yazıların seçmeni 'daha fazla bilgiyle oy sandığına göndermesi' pek söz konusu da değil.
O zaman, bana izin verin, ülkemizin geleceği için son derece önemli olan ama maalesef son derece sığ bir zeminde ilerleyen bu seçimle hiç değilse bugün ilgilenmeyeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder