Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı bir ilave ve yararlı web linkiyle birlikte burada da paylaşıyorum...
***
***
Kendinizi bir an Pervin Buldan'ın yerine koyun.
Kocanız Savaş Buldan 2 Haziran 1994'te gece eve gelmediğinde
karnınız burnunuzda, hamilesiniz.
İki gün sonra kocanızın katledildiği anlaşılıyor. Birden
doğum sancılarınız başlıyor, hastaneye kaldırılıyorsunuz, ikinci çocuğunuzu bu
yüzden erken doğumla dünyaya getiriyorsunuz.
Hakkarili genç bir kadınsınız. Kocanız, o anda bile hiç
kuşku yok, devlet tarafından öldürülmüş. İstanbul'da biri kundakta iki küçük
çocuğunuzla yalnız başınasınız.
İsyan ediyorsunuz. Her cumartesi günü Galatasaray Meydanı'na
gidip 'Cumartesi Annesi' oluyorsunuz, kesintisiz, dört yıl boyunca.
Ama nafile. Acınız içinizde büyüyor, büyüyor. Babasız
büyümeye mahkum edilmiş çocuklarınızla hayata tutunmaya çalışıyor, bir yandan
siyasi mücadele veriyorsunuz.
Aradan 20 yıl geçmiş. Genç yaşta katledilen kocanızı bir gün
bile aklınızdan çıkarmamışsınız. Onun katillerinin peşine düşmüşsünüz ama hep
kapılar yüzünüze kapanmış.
Devlet öldürdü, biliyorsunuz ama tetiği kim çekti? Ona
tetiği çekme emrini kim verdi?
Aslında onları da biliyorsunuz da, bilmek başka, kanıtlamak
başka.
Zaten müdahili olduğunuz bir dava var. Bir gün aynı devlet
lutfediyor, kocanızın öldürülmesinden kısa süre sonra, o cinayette payı olan
bir Milli İstihbarat Teşkilatı muhbirinin MİT'teki patronlarına kocanızın
cinayeti dahil çok sayıda cinayeti ayrıntılarıyla aktardığı bir nevi sorgukaydını mahkemeye gönderiveriyor.
20 yıl... Dile kolay. Birileri o kasetlerin üzerinde oturuyor.
Cinayetler hakkında bilgi sahibi olduğu halde bu bilgileri savcılarla,
polislerle, mahkemelerle paylaşmıyor.
Siz babasız büyüttüğünüz çocuklarınızın içine nefret tohumu
kaçmasın, onlar 'normal' kalabilsin diye uğraşırken kocanızın öldürülmesini olmadık
ayrıntılarıyla anlatan bir adamın sesi tozlu raflarda bekliyor, ortaya
çıkmıyor, çıkartılmıyor.
***
Hepimiz insanız. Kötü şeyleri unutmak, hep o kötü
hatıralarla yaşamamak istiyoruz.
Ama bunun yolu düpedüz unutmak, sanki öyle bir şey hiç
olmamış gibi yapmak değil.
Kötü hatıralarla tam olarak hesaplaşamadan, o kötülükleri
başımıza açanların cezalarını çektiklerini görmeden yasımız bitmeyecek.
Bu devlet de bu toplum da, 20 yıldır süren metaneti için
Pervin Buldan'a sadece özür değil aslında bir de teşekkür borçlu.
Elimizde bir tane demokrasi projesi var
Benim kuşağım, 'iç dinamik-dış dinamik' diye konuşmaya
bayılır.
Yaygın inanç, Batılılaşma, modernleşme ve nihayetinde
demokratikleşmenin ülkemize 'dış dinamik' sayesinde geldiğidir; o da geldiği
kadarıyla.
Gerek modernleşme ve gerekse demokratikleşmedeki yarım
yamalaklığı hep 'dış dinamik'e bağlarız; modernleşmeyi ve demokratikleşmeyi
yeterince içselleştiremediğimiz için bunlar yarım yamalaktır.
'Dış dinamik' sayesinde son demokratikleşme hamlemiz, Avrupa
Birliğine tam üyelik müzakerelerine başlama ümidiyle yapılan reformlardı.
'Kopenhag kriterlerini yeterince yerine getirmek'le yetindik; tam orada frene
bastık ve durduk.
Fakat şimdi, son iki senedir, dışarıdan kimse havuç veya
sopadan birini göstermezken bir demokratikleşme projemiz var. Adına 'Çözüm
süreci' diyoruz ama hepimiz biliyoruz, bu basitçe PKK'nın silah bırakması
değil. Daha doğrusu, 'Kürt sorunu' adını verdiğimiz devasa sorunların en
gözönünde olan parçası olan PKK'nın ülkede yeterli demokrasi ve insan hakları
olmadan silahını bırakmayacağı ortada.
PKK'ya silahını bıraktıracak kadar demokratikleşme
olduğunda, idari reformlar hayata geçtiğinde, 'Kürt sorunu'nun suyun altında
olduğu için gözükmeyen bölümlerini çözmek için eşsiz bir fırsat doğacak.
Evet, bugün Türkiye kendi 'iç dinamiği' ile ve aslına
bakacak olursanız şu ana kadar verdiği görüntüyle el yordamıyla devasa bir
demokratikleşme projesi yürütüyor.
Bu projenin, normalde, ülkede varlığı gizlenemez durumdaki
demokrasi açığından şikayeti olan herkes tarafından desteklenmesi ve çok daha
geniş bir katılımla yürütülmesi gerekir.
Ama maalesef, iktidar savaşı bu projenin önüne geçebiliyor
ülkemizde.
CHP çatıyı neden BDP/HDP ile kurmadı?
İki adım geri çekilip biraz mesafeden bakmak lazım: 'Çatı'
neden CHP-MHP-BDP/HDP üçlüsünün üçünü birden kapsamıyor?
Hadi imkansız durumlar var; üç partiyi birleştirecek isim
yok. Peki o zaman 'çatı'yı neden CHP-BDP/HDP değil de CHP-MHP kurdu?
Selahattin Demirtaş'ın önceki gün televizyonda ve dün de
bazı gazetelerde yer alan sözlerini dikkatle okumak lazım.
Siyaset sadece bir iktidar mücadelesi midir, yoksa bazı
fikirleri hayata geçirmek için mi siyaset yapılır?
Siyaseti sadece bir 'iktidar mücadelesi' sayan son iki lider
Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'di.
Benden hatırlatması.
Not: Meraklısına Ruşen Çakır'ın geçen günkü yazısını da tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder