23 Temmuz 2014 Çarşamba

Telefonları dinleyelim ama nasıl?

Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı bir de burada paylaşıyorum...
***

Türkiye'yi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) adlı merkezi telefon dinleme/internet yasaklama kurumunu kurmak zorunda bırakan şartları hepimiz hatırlıyoruz.
'Telekulak' skandallarının biri bitiyor biri başlıyordu; bu yolla hükümetler düşürülüyor, hükümetler kuruluyordu.
2005 yılında Ak Parti hükümeti telefon dinleme konusundaki düzensizliği gidermek üzere bir takım yasalar çıkardı. Bana soracak olursanız, bunlar ciddi hatalar ve eksikler içeren yasalardı. (Merak eden o günlerden başlayarak TİB ve telefon dinlemeler konusunda yazdığım yüzlerce yazıya bakabilir.)
Telefon dinlemelerine hukuki çerçeve kazandıran yasalar hiçbir zaman tam olarak işlemedi; o yasalardaki açıklar istismara izin verdiği için istismarın dibine de vuruldu; son olarak bu yılın başında ortaya dökülen ses kasetleri zaten başka söze gerek bırakmıyor.
Ama işlemeyen sadece hukuki çerçeve de değildi. TİB, belli ki iyi niyetle kurulmuştu ama kısa zamanda başedilmesi zor bir canavara dönüştü. Bu kurumla ilgili çok sayıda iddia var; son olarak pek çok kaydın yasadışı biçimde bizzat kurumun içinden yapıldığı yönünde iddialar var. Bir başka vahim iddia, TİB binasına giren (ve her türlü iletişimi taşıyan) kablolar olduğu gibi çıkan kablolar da olduğuyla ilgili. Umarım bu iddia yalandır.
Geri kalan yasal çerçeveyi bilmiyorum ama TİB'in yapısını değiştirmeye yönelik ciddi arayışlar olduğunu ilk olarak geçen Nisan ayında katıldığım bir toplantıda hissettim.
İzninizle önce kısa bir izahat vermeliyim. TİB'de üç çeşit yasal dinleme yapılıyor. Birincisi, suç soruşturması sebebiyle yapılan adli dinlemeler; ikincisi daha çok polis ve jandarmanın 'suçu önleme' görevi çerçevesinde yaptığı istihbari nitelikte dinlemeler ve son olarak MİT'in yaptığı devlet istihbaratı oluşturma amaçlı dinlemeler.
Bunlardan üçüncüsü hep sorun oldu. Çünkü MİT, diyelim bir yabancı elçiliği dinlemek veya işadamı kılığında Türkiye'ye giren ve casus olduğundan şüphelenilen birini dinlemek için mahkemeye gidip izin almak ve böylece iz bırakmak istemiyordu. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi kendi dinlemesini kendi yapmak istediğini de hiç saklamadan söylüyordu.
Geçen gün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı gazetecilerle sohbeti sırasında 'TİB'i MİT'e devredeceğiz' dediği şey sanırım bu. Yani MİT eski düzendeki gibi kendi telefon dinlemesini kendisi yapacak. (Bu durumun muhtemel sakıncalarını ve onları gidermenin yollarını önümüzdeki günlerde yazacağım.)
Yalnız, kamuoyuna yansıyan veya yansımayan ama ucunda tek tek bireyler ve onların aile/iş yaşamları olduğu için her durumda büyük insani dramlara yol açan esas konunun (şimdilik) MİT'in dinlemeleriyle bir ilişkisi yok. Esas sorun, 'adli' dinlemelerde ve polis ile jandarmanın 'istihbari' dinlemelerinde. Zaten baktığınızda bütün telefon dinlemelerin yüzde 90'dan fazlasının bu çeşit dinlemeler olduğu görülüyor.
Peki Türkiye bu sorunu nasıl çözecek?
Herhalde, 'Kötü adamlar gidip yerine iyileri gelince' veya 'Onlar gidip yerine bizimkiler gelince' bu sorunun çözülmediği, aksine kurumsallaştığı tecrübeyle sabit oldu.
Peki ne yapacağız?


Sadece TİB'i değiştirmek yetmez



Bir kere TİB ile kurulan merkezi sistemin nasıl büyük sakıncalar yarattığı ve kötü niyetli kullanıcılara nasıl büyük bir imkan sunduğu anlaşıldığına göre, TİB'i yeniden yapılandırmanın gerekliliği ortada.
Ancak mesele TİB'den ibaret değil. Meselenin bir de adli ve istihbari dinlemeye izin veren yasalara değen, bu yasalardan kaynaklanan çok ciddi bir tarafı da var. En basitinden, yasalar kendi koyduğu kuralların uygulanıp uygulanmaması bakımından bile en ufak bir denetim öngörmüyor.
Hükümet, bir ilk tepki olarak telefon dinlemenin yasal çerçevesinde bir dizi değişiklik yaptı yakın zamanda. Ama bunlar tepkisel değişikliklerden öteye gitmeyen şeyler. Hala denetim mekanizmasında ciddi eksik var.
Denetim dediğiniz şey, ancak birbirine rakip çıkarlarda veya hiçbir biçimde çıkar çatışması/birleşmesi olmayan kurumların birbirini kontrol etmesiyle mümkün olabilir bir şey.
Polisin savcıyı, savcının polisi veya aynı lojmanlarda komşuluk ederek yaşayan hakimle savcının birbirini denetlemesi gerçek bir denetim sayılamaz.
Denetim için de Türkiye'nin bir yol bulması gerek.

Önümüzdeki yazılarda da bu önemli konuya devam edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder