İstanbul'da polislere yönelik soruşturmayla ilgili yazmaya devam ediyorum. Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum:
***
***
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 130'dan fazla polis
hakkında yürütülen, en ağır suçlamanın 'casusluk'
olduğu soruşturma hakkında yazmaya devam ediyorum.
Bu soruşturmanın iki büyük dayanağı olduğunu söyledim.
Bunlardan birincisi, İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin İstanbul başta olmak
üzere bazı şehirlerde yapılan (hepsi mahkeme kararıyla ama) usulsüz telefon
dinlemeleri konu alan raporuydu. Bu raporla ilgili olarak geçen cuma ve
cumartesi günü çıkan yazılarıma bakabilirsiniz.
İkinci önemli dayanak ise, İstanbul polisi ve savcılığı
tarafından 2010 yılında açılan ve 'Selam-Tevhid'
adı verilen bir 'terör örgütü'ne
ilişkin soruşturmanın 2014 yılında savcılıkça 'kovuşturmaya yer yoktur' kararıyla kapatılmasına neden olan
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi tarafından yazılan 1200
sayfayı geçen bir fezleke.
Kafanız karıştı değil mi? İstanbul polisi bir ihbar üzerine
2010 yılında liderliğini Nurettin Şirin
isimli birinin yaptığı söylenen 'Selam-Tevhid
Grubu' adlı bir grubu soruşturmaya başlıyor; bu soruşturma genişliyor
genişliyor, sonunda Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'dan Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan'a kadar pek çok isim
telefon dinlemelerine 'takılıyor' ve
derken 17-25 Aralık sonrası emniyette ve savcılıklarda yaşanan deprem sonrası
bu dosya 1200 sayfalık bir fezlekenin ardından kapatılıyor. Bugün bu
soruşturmayı yürütenler soruşturuluyor.
Polisin savcılığa yazdığı fezlekeyi 1200 küsur sayfa
demedim, baştan sona okudum. Son sayfa da bittiğinde aklıma üç olasılık geldi:
1. 'Selam-Tevhid'
sahiden ciddi bir terör ve casusluk örgütüdür; bu okuduğum fezleke de kendi
polislik tarihimizde gördüğüm en büyük ört-bas etme operasyonunun başlıca
delilidir.
2. 'Selam-Tevhid'
varlığı ve rolü abartılan, adli polisten ziyade istihbaratın gözetiminde olması
gereken küçük bir grup insan aslında. Ama soruşturmayı yürüten polisler, arkada
çok tehlikeli bir terör örgütünün varlığına ve aynı zamanda Türkiye
Cumhuriyeti'nin en kritik bakanlıklarının ve hatta başbakanlığının
koridorlarına kadar sızmış İran'a bağlı çalışan bir casusluk ağının varlığına
canı gönülden inanmaktadırlar.
3. 'Selam-Tevhid'
varlığı ve rolü son derece sınırlı, şu an için adli polisten çok istihbaratın
izlemesinde olması gereken küçük bir grup insan. Ancak, geçmişte Devrimci
Karargah'ta, hatta Ergenekon'da olduğu gibi, kasıtlı olarak başka birilerini
eklemeye, ilişkili göstermeye ve bir çeşit 'skandal' yaratmaya da elverişli bir
örgüt bu. Polis, kasıtlı olarak bu elverişlilik halini kullanmaya çalışırken
suçüstü yakalandı.
Daha sonra detaylara da gireceğim ama en son söyleneceği
baştan söyleyeyim: Aklıma gelen her üç olasılık da birbirinden vahim
olasılıklar.
Bazı polis müdürlerinin televizyonlara çıkıp anlattığı gibi
sahiden böyle büyük bir casusluk şebekesi var ve İstanbul'un 'yeni' polisi bu şebekeyi benim
okuduğum fezlekeyle ört-bas ediyorsa, tuzun da koktuğu noktadayız demektir;
ülkemizi İran'a teslim edelim, gidelim.
Yok aslında fezlekede yazılanlar doğruysa ve Selam-Tevhid soruşturmasını
yapan polisler bir yerden talimat almaları bile gerekmeksizin bu örgütün
varlığına samimi olarak, canı yürekten inanıyorsa; o zaman durum yine vahim. Çünkü bu seviyede bir paranoyanın polis
müdürlerimizin aklını bu hale getirmesi bu ülkede yaşayan her vatandaşı tehdit
eder.
Ve üçüncü olasılık; yani ortada minik bir nüve var (Devrimci
Karargah'ta olduğu gibi) ve belli bir amaç doğrultusunda kasıtlı olarak
seçilmiş insanlar bu nüve ile ilişkilendirilerek itibarsızlaştırılmak, hapse
atılmak, haksız yere suçlanmak isteniyor. İşte o zaman, 'belirli amaç'ın ve o amaca uygun kurbanlar listesinin kim
tarafından nerede hazırlandığı, bu kurgunun kim tarafından ve hangi büyük amaca
hizmet etmek üzere yapıldığı mutlaka sorgulanmalı.
Cuma günü bu önemli konuya devam edeceğim.
Seçimin sonucuna Erdoğan'dan başka kimse şaşırmadı bence...
Gerçekten de, bence sadece artık 'Cuumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan' diye hitab etmemiz gereken Erdoğan, 22.5 milyon oy sınırını
geçemediği, 21 milyonun altında kaldığı
için şaşırdı seçim sonucuna. Eminim kurmaylarıyla bu durumun gerçekçi bir
değerlendirmesini de yapacaktır.
Not edilmesi gereken bir kaç sonucu var seçimin:
1. Recep Tayyip
Erdoğan, 2013 yılının Mayıs ayı sonunda Gezi Parkındaki göstericilere
'çapulcular' diyerek başlattığı seçim kampanyasını nihayet sona erdirdi.
Gerginlik önümüzdeki dönemde derece derece azalacaktır.
2. Erdoğan
karşıtlığından başka hiçbir anlam ifade etmeyen Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yüzde
38.5 oy almış olması dikkate değer.
3. Önümüzde bugünkü
kadar olmasa da yine gergin geçecek bir 10 ayımız daha var. Siyasetin özel
hayatlarına da sirayet etmiş olmasından şikayet eden benim gibilere Temmuz
2015'e kadar rahat yok.
4. Bunca yıl salt
Erdoğan karşıtlığına yatırım yapan ve yüzde 38.5'lik seviyeyi tutturan
muhalefetin önümüzdeki on ayda Erdoğan'ı sahnede daha az görme olasılığı
karşısında yeni ne taktik bulacağını sahiden merak ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder