Süleyman Demirel'in ölümü akla ister istemez bir sürü şey
getiriyor. Bunların bir bölümü anılar; onları Hürriyet'in web sayfası için
yazdım, burada da paylaştım. Tabii ölen kişi Demirel olunca, akla gelenlerin bir bölümü de işin
siyasetle, siyaset felsefesi ve Türkiye'nin siyasi tarihiyle yakından ilgili
oluyor.
Süleyman Demirel, Türk muhafazakarlığının (solcuların
adlandırmasıyla 'sağcılığı'nın) en
az Adnan Menderes gibi bir efsane
ismi olacakken ne oldu da bu makamını kaybetti; ömrü boyunca siyaseten mücadele
ettiği 'Ulusalcı-Solcu' kesimlerin
kahramanı haline geldi?
Uzun zamandır aklımda olan bir soru; bir sefer bir telefon
konuşmamızda Demirel'in kendisine de sormaya çalıştım ama onu kırmadan üzmeden
sormanın bir yolunu bulamadığım için dilimin ucundaki soruyu geri çektim, 'Bir yüz yüze görüşmemizde sorarım' dedim;
kısmet olmadı yüz yüze görüşmek.
Bu soruya kendimce verdiğim yanıt şu:
Demokrasi kahramanı
Demirel
Demirel'in 80'li yıllarda verdiği demokrasi mücadelesi çok
önemlidir. Bu mücadelenin önemli bir bölümü kendi kişisel siyasi haklarını geri
alabilmek içindir.
1982 Anayasası başta Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit olmak üzere çok sayıda
siyasetçiye ömür boyu siyaset yasağı getirmişti. Turgut Özal, önce Anayasanın nasıl değişeceğine dair maddesini
değiştirdi, bu maddeye Anayasa değişikliklerinin referanduma sunulabilmesi
imkanını soktu; sonra da yasaklarla ilgili maddeyi referanduma götürdü ve o
referandumda da bütün gücüyle hayır oyu verilmesi, yani yasakların kalkmaması
için propaganda yaptı.
Az kalsın başarıyordu da, yasakların kalkması kararı kıl
payıyla geçti.
Demirel'in siyasete dönmesiyle birlikte, partisi DYP'nin
iktidardaki ANAP'a yönelik muhalefeti aynı zamanda darbe yönetimine ve darbe
hukukuna da muhalefete dönüştü. Demirel'in 1991'deki seçim başarısının
arkasında bu var: Kendisinin darbe karşıtlığı ve ANAP'ın darbeyle özdeşleşmesi.
28 Şubat'ın
işgörücüsü Demirel
Ama aynı Demirel, 28 Şubat döneminde seçimden birincilikle
çıkmış partinin (Refah) iktidar ortağı olmasına dayanamadı; ilk günlerde
herkese 'Demokratik sabır' telkin
etti ama sabredemeyen kendisi oldu, bu hükümeti düşürmek için 6 ay gece gündüz
uğraştı, sonunda da düşürdü. Necmettin Erbakan'ın
istifasını sunmak için Köşk'e çıktığı o haziran günü, Demirel'in de hayatının
en mutlu günlerinden biriydi herhalde.
Darbe karşıtlığından, her şart altında sandığın verdiği
meşruiyeti üstün tutmaktan 28 Şubat'ın liderliğine... Trajik bir değişim.
Elbette, asker baskısını hissetti Demirel. Asker tarafından
bir kez daha darbeyle yerinden edilen bir devlet adamı olmamak için askerin 'gazını alıcı' tutumlara girdi. ('Durumdan vazife çıkarmak' o günlerin
bir askeri özdeyişidir.)
Ama bu tutum yanlış bir değerlendirmeden kaynaklanıyordu.
Toplumun değişimine Türkiye'de Süleyman Demirel'in de büyük katkıları oldu. Bir yandan ülke kalkınmasına katkı sağladı, bir yandan demokrasinin kökleşmesine, benimsenmesine.
Toplumun değişimine Türkiye'de Süleyman Demirel'in de büyük katkıları oldu. Bir yandan ülke kalkınmasına katkı sağladı, bir yandan demokrasinin kökleşmesine, benimsenmesine.
Ve Demirel, 28 Şubat'tan sonra bir kesimin artık kahramanı
değilse bunun bir tane sebebi var: Kendi elleriyle değiştirdiği toplumun
gerisinde kaldı.
Asker 28 Şubatta
darbe yapamazdı
1971'de askerler ve bütün devlet mekanizması Demirel'in
altından sandalyesini çekmişti. İstifa edip parlamentoyu açık tutmaya
çalışmaktan ve mücadelesini vadeye yaymaktan başka çaresi yoktu. Oysa iki yıl
önce yüzde 52 oy almıştı.
12 Eylül darbesi böyle düşünme fırsatı bile vermedi; bir
sabah ansızın gözaltına alındı Demirel ve hapse atıldı Ecevit'le birlikte.
(Evet bir dinlenme kampıydı ama hapisti orası; bırakın dışarı çıkmayı telefon
hakları bile kısıtlıydı liderlerin. Üstelik eşlerini de hapse attı askerler.)
Ama sonra ülke değişti. Önce Turgut Özal değiştirdi; dünya
piyasalarıyla daha entegre bir ülke oldu burası, ardından Demirel değiştirdi,
demokrasiyi arayan, şeffaf karakol isteyen bir ülke oldu.
28 Şubat 1997'de askerler darbe falan yapamazlardı; yapsalar
hiçbir destek bulamazlardı. Zaten Amerika'nın açık müdahalesi oldu darbe
yapılmaması yönünde. Ama Demirel yapabileceklerini düşündü askerlerin. O yüzden
önceliğini Meclis'i açık tutmaya verdi, hükümeti korumaya değil.
Kendi değiştirdiği toplumun gerisinde kalmıştı işte.
Ya Erdoğan?
Buradan konuyu Recep
Tayyip Erdoğan'a getireceğim.
Bir an hayal edin, 2002 sonunda Recep Tayyip Erdoğan'a seçme
ve seçilme hakkını iade eden Anayasa değişikliğinin Meclis'te CHP'nin
katkısıyla geçmediğini ve referanduma sunulduğunu. Erdoğan'ın meydan meydan
çıkıp kendi siyasi haklarını geri istediğini ve bu hakları referandumda yüzde
50'nin üzerinde bir oyla kazandığını.
Böyle olmadı elbette ama Erdoğan da ciddi bir demokrasi
mücadelesinden geliyor; sandığın verdiği meşruiyetin en üst meşruiyet olması
gerektiğini savunuyor.
Erdoğan başbakan olduğunda dikensiz gül bahçesi bulmadı.
Askerler hemen darbe hazırlıklarına girişmişti; Sarıkız ve Ayışığı-Yakamoz darbe
planları, cemaatin 'yalan delilleri'
arasında yok.
2007'de askere boyun
eğmedi
2007'de geceyarısı gelen muhtıraya karşı Erdoğan da
sinebilirdi Demirel gibi yapabilir, meseleyi zamana yaymayı tercih edebilirdi.
Nitekim, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adayı olmasını istemediğini o günden
beri biliyoruz; onun yerine eşinin başının açık olmasından başka bir özelliği
olmayan Vecihi Gönül'ü tercih ediyordu Erdoğan. Bu tercihini de seçim
kampanyası sırasında bile açık açık söyledi gazetecilere, bir sürü insan bunu
bugün Ahmet Sever'in kitabından öğrenmiş gibi yapıyor ama gerçek öyle değil.
Yine de Erdoğan ve arkadaşları, 27 Nisan 2007 gecesi
açıklanan muhtıranın ardından sabaha kadar Abdullah Gül'ün ikametgahı olan
Dışişleri Konutu'nda bir ortak akla ulaştılar ve ertesi gün hükümet sözcüsü
Cemil Çiçek'in ağzından muhtıraya karşı muhtıra açıkladılar. Asker sindi kaldı. (Bu konuların ayrıntısını merak edenlere Everest yayınlarından çıkan kitabım, 'Asker Bize İktidarı Verir mi?'yi tavsiye ederim.)
O gün askerin darbe yapamayacağını, yaparsa yıllık 40 milyar
dolara ulaşan cari açıkla baş edemeyeceğini değerlendirdi hükümet ve bu çıkışı
geri döndürdü.
Ve Erdoğan geride
kalmaya başlıyor
Ama sonra aynı Erdoğan, son iki yılda, özellikle de Gezi
Olaylarından beri, değişimine, dönüşümüne ve en önemlisi demokratikleşmesine
katkıda bulunduğu toplumun gerisinde kalmaya başladı.
Gezi olaylarından pek ala övünç vesilesi de çıkarabilirdi
Erdoğan. Nitekim aklı başında pek çok Ak Partili, Ali Babacan'dan Nabi Avcı'ya
ve hatta Cumhurbaşkanı Gül'e kadar pek çok isim, Gezi olaylarının daha fazla
demokrasi arayışı olması dolayısıyla Ak Parti reformları sayesinde
yaşanabildiğini bir biçimde söylediler.
Ama Erdoğan buradan düşmanlık ve seçim kampanyası çıkardı. Ve
değişimine katkı sağladığı toplumun gerisinde kalmaya böyle başladı. Oysa
Gezi'nin savunduğu çoğulculuğu bir zamanlar Ak Parti adına Erdoğan da
savunuyordu.
Bu geride kalma hali devam da etti. Kendisi ve oğlu yolsuzlukla
suçlandığında, 'Gelin bakın benim hiçbir
veremeyecek hesabım yok' diyeceğine, o soruşturmalarda bir başka düşman
buldu. (Hoş o düşmanın sahiden düşman olduğu, Erdoğan'ın uydurması olmadığı
kısa zamanda anlaşıldı ama yine de...)
Cumhurbaşkanı olmayı istemek hakkıydı; Cumhurbaşkanlığını da
hakkıyla kazandı. Ama sonra partisini serbest bırakmak yerine yeniden dizayn
etmeye çalışarak bir kez daha değişimine katkıda bulunduğu toplumun da, kurduğu
partinin siyasi aklının da gerisinde kaldı.
Tabii seçim kampanyasında partisine oy istemesi, muhalefet
partilerini hakarete varan bir dille eleştirmesi, kendisini protesto eden
kadınlara edep sınırlarının dışına çıkarak saldırması gibi şeyleri saymıyorum
bile...
Toplumun gerisinde kalmak, daha doğrusu bir zamanlar önderlik
ettiği kalabalıkların fikren ve davranış olarak gerisine düşmek bir
siyasetçinin girebileceği en trajik durum.
Rahmetli Demirel'in bir fırsatı olmadı ve olmayacak da; ama
Erdoğan'ın hala değişimine büyük katkı sağladığı toplumun önüne geçme, ona yeniden
liderlik etme imkanı var.
Yeter ki kendisiyle hesaplaşsın, 'Hata yapıyosun' diyenleri düşman görmek yerine onların ne dediğine
baksın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder