Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
*
*
Epeydir hastanede yatıyordu; kendimi habere hazırladım
sanıyordum. Ama Cüneyt Arcayürek'in
ölüm haberini aldığımda yine de yeterince hazır olmadığımı anladım. Gözümün
önünde hatıralar uçuşup durdu gün boyu.
Ben Cüneyt Abiyi ilk kitaplarıyla tanıdım. Onun 'Cüneyt Arcayürek açıklıyor' serisi,
Türkiye'de çok partili siyasi hayatın tarihini yazmak veya öğrenmek isteyen
herkes için maalesef az sayıda kaynaktan biridir.
Demokrat Parti'den çok da iyi söz edilmeyen bir evde ve
tarih kitaplarının sadece devlet egemenleri tarafından yazıldığı bir ülkede
büyümenin bedeli; bu dönemin aslında ne demek olduğunu bir gazeteciden
öğrenmektir. (Aynen 1938 Dersim'in bir 'isyan'dan
çok bir 'katliam' olduğunu genç
yaşta bir gazeteci kitabından öğrendiğim gibi.)
Kitaplarını okumaya başladığımda ben Cumhuriyet'te çalışan genç bir spor muhabiriydim; o ise Hürriyet'in Ankara temsilcisi,
Ankara'nın en güçlü gazetecisi.
Sonra o Hürriyet'ten ayrıldı; Hasan Cemal onu ikna etti, gazete içindeki 'abi'lerin sert direnişine ('Bir
Demirel'cinin Cumhuriyet'te ne işi var') rağmen Cumhuriyet'e geldi; ben o
arada spor servisinden yazıişlerine geçmiştim ve birden kendimi Cüneyt Abinin
haberlerini, yazılarını, dizilerini yayına hazırlayan editör olarak buldum.
Önce telefonda, sonra yüzyüze tanıştık.
Sabah telefonları
Hayatımda en çok telefon konuşması yaptığım insan herhalde
Cüneyt Abidir. Bundan 7-8 yıl öncesine kadar her gün en az bir kez telefonda
konuştum Cüneyt Abiyle, 80'lerin ikinci yarısından itibaren.
Sabahları erken kalkar ve herkesten çok yol alırdı. Biz daha
gazeteleri bile okumamışken o okumuş, üstüne sağa sola telefon etmiş ve o
haberlerin bir değil on adım önüne geçmiş olurdu.
Bunu yazdı da: 1979'u 80'e bağlayan yılbaşına doğru Genelkurmay
Başkanı Kenan Evren beraberindeki
kuvvet komutanlarıyla Cumhurbaşkanı Fahri
Korutürk'ü ziyaret etmişti. Gazetede gördüğü minicik haber ilgisini çekmiş,
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend
Ulusu'yu aramış ve sormuştu: 'Kuzum
niye çıktınız Köşk'e?' O da ülkenin içinde olduğu zor ve kötü durumdan söz
etmiş, Cumhurbaşkanı'na ülkenin siyasi liderlerine verilmek üzere bir mektup
ilettiklerini söylemişti, öyle pat diye. Cüneyt Abi sanki sıradan bir şey
istiyormuş gibi sormuştu: 'Paşam acaba
yanlış yapmamak için o mektubu edinebilir miyim?' Elbette edinebilirdi,
Ulusu hemen bir kopyasını hazırlatacaktı, birini yollayıp alabilirdi.
İşte meşhur 'Komutanlar
uyarı mektubu verdi' haberini böyle almıştı; kimsenin merak etmediğini
ederek, kimsenin altına bakmadığı taşı çevirip altına bakarak. Mektup
Hürriyet'te yayınlandığında Başbakan Süleyman
Demirel de haberi oradan öğrenmişti; çünkü Cumhurbaşkanı Korutürk, 'yılbaşı zehir olmasın' diye mektubu
kimseye vermeden elinde tutmuştu birkaç gün.
Kalbi her zaman
iyiydi
Cüneyt Abinin her sabahı böyleydi işte; gazeteleri dikkatle
okur; çoğu haberi zaten bir gün önceden biliyordur, telefonu eline alır ve
siyasetçileri, bürokratları, haber kaynaklarını aramaya başlardı.
Onun gazetecilik hırsı ve disipliniyle yarışabilecek kimseyle
tanışmadım bugüne kadar. İçinde bitmek bilmez bir öğrenme arzusu olan bir çocuk
vardı Cüneyt Abinin. Marmaris'teki evinde tatildeyken bile sabah telefon
mesaisi değişmezdi.
Huysuzlukları da vardı her insan gibi, kuruntuları da...
Geçinilmesi kolay bir insan değildi. Ama en kavgalı anınızda bile bilirdiniz
ki, Cüneyt Abi dünyanın en iyi kalpli insanıdır aynı zamanda.
Sevgili eşi Esin Hanım onun denge mekanizmasıydı; bir ömür
boyu birbirlerini hep çok sevdiler, hep birbirlerine çok saygılı oldular.
Türkiye gazeteciliğinin tarihinde bir sayfa kapandı
maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder