Uzun yıllardır
her yerde ve her fırsatta, Türkiye'de siyaseti sağ ve sol
eksenlerinde okumanın yanlışlığını anlatmaya çalışıyorum.
Türkiye'de
siyaset sınıf temelli değil kimlik temelli yapıldığı için, ne
'sağ' diye bir kimlik var bu ülkede ne de yeterince geniş
kitleleri içine alan 'sol' diye bir kimlik.
Bana soracak
olursanız, ülkedeki temel siyasi bölünmenin Türkçülük ile
İslamcılık arasında olduğunu söylerim. Bu isimlendirmeye
takılmayın fazla, ben biraz da Yusuf Akçora'nın meşhur
'Üç Tarzı Siyaset'ine bir saygı ifadesi olarak 'Türkçü'
ve 'İslamcı' terimlerini kullanıyorum; yoksa bugün bu
ayrım bu kelimelerle ifade edilmesi kolay olmayacak kadar karmaşık
bir ayrım.
Benim 'Türkçü'
ve 'İslamcı' terimlendirmemi beğenmeyen biri, 'modernleşmeci'
ve 'muhafazakar' kelimelerini önermişti. Bence bu kelimeler
de yetersiz ama derdimi anlatabildim sanırım.
Bu temel ayrıma,
yani benim deyişimle 'Türkçü'-'İslamcı' ayrımına sağmayan,
daha doğrusu hala sığmamakta ısrar eden bir siyaset daha var
Türkiye'de, o da etnik Kürt kimliğine dayalı siyaset. En çok oyu
aldığı 7 Haziran 2015 seçiminde benim hesabıma göre 6 milyonun
üzerinde Kürt seçmenin oyunu alan bu siyasi hareketi hiç akıldan
çıkarmamak lazım.
Şimdi Türkiye
2019'un Kasım ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine
doğru gidiyor. Bu seçimin yapılmasını öngören Anayasa
değişikliği referandumda az farkla kabul edilince, gözler 2019'de
Tayyip Erdoğan'ın olası rakibine ve o rakip adayı belirlemesi
beklenen Cumhuriyet Halk Partisi'ne döndü.
Partinin içinde
ve dışında ciddi bir tartışma devam ediyor, belli ki uzun süre
de devam edecek.
Tartışmada
kabaca iki taraf var. Bunlardan biri, CHP'nin sola yönelmesi halinde
2019'da başarılı olacağını öne sürüyor; ötekisi ise seçimi
kazanmak için Ak Parti'den hatırı sayılır miktarda oy almak
gerektiğini hatırlatıp merkeze, hatta sağa doğru açılmayı
öneriyor.
Bu görüşlerden
hangisinin haklı olduğunu bilmeye ve söylemeye imkan yok. Birkaç
sebeple imkan yok. Birincisi, matematikten değil siyasetten söz
ediyoruz, bu alanda bütün görüşler bir diğeri kadar değerli ve
geçerli. İkincisi, 'sola yönelelim' veya 'sağa yönelelim'
diyenlerin tam olarak neyi kastettiği belli değil.
CHP
kimliği ve kimlik siyaseti
CHP'nin sol veya
sağdan birine kolayca yönelebileceğini düşünmek, bu partinin
esas olarak siyasetsiz, salt oportünist bir parti olduğunu
söylemekle eş değer. Oysa öyle değil. CHP bir kimliğin önemli
temsilcisi.
Belki en önce
CHP'nin ne olduğunu anlamaya çalışmamız lazım; milletvekili
seçiminde yüzde 25 civarında oy alan bu partiye seçmenler neden
oy veriyorlar, bu partinin hangi fikrini daha önemli buluyorlar?
Tersten sorayım: Bu yüzde 25'i ortak kılan kimlik ne ki, onlar
gidip CHP'ye oy veriyorlar, CHP'de kendi kimliklerinin temsil
edildiğini düşünüyorlar?
Tam bu noktada
yan yola sapıp, 2019'dan itibaren Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle
birlikte yaşanacak değişimle ilgili bir varsayımda bulunmam
gerek: Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte kimliğe dayalı
siyasetin tamamen sona ereceğini söylemek fazla olabilir ama
cumhurbaşkanı seçilmek isteyen adayın temsil ettiği kimliği
aşan, daha kapsayıcı, daha çoğulcu, daha merkezde siyaset yapan
birisi olması artık mecburi olacak.
Bu dediğim
Tayyip Erdoğan için de geçerli; CHP'nin çıkaracağı aday için
de geçerli olacak. Adaylar kendi kimliklerini aşamaz, daha
kapsayıcı olamazlarsa seçilemeyecekler çünkü.
Ancak paradoksal
biçimde, adayların birbirlerine karşı yürütecekleri
kampanyalarda, her adayın diğer adayın ne ve kim olmadığını
anlatmasına hayli büyük ağırlık verileceğini, yani
kampanyaların kısmen de olsa kimlik siyaseti üzerinden
yapılacağını düşünüyorum.
Şimdi yan yoldan
çıkıp yeniden yazının ana çizgisine dönebiliriz.
Partinin içinde
ve dışında başlayan 'CHP ne yöne gitsin' tartışması aslında
bir sağlık işareti. Ancak bu tartışmanın subjektif, tabir
yerindeyse masa başı değerlendirmelerle değil, görece daha
bilimsel verilerle yapılması partiyi daha sağlıklı bir yere
taşıyabilir.
Kalkınmacılık
siyaseti
Bunun için belki
Türkiye'de muhafazakar siyasetin evrimine bakmak yol gösterici
olabilir. Türkiye'de benim 'İslamcı kimlik' diye adlandırdığım
kimlik, İslamcılık siyasetinden çok daha büyük bir alanı
kapsıyor. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyle.
Türkiye'de
muhafazakar alanda siyaset yapanlar aslında modernleşmeyi
reddetmediler; sadece onun hızını ve bazı uygulamalarını
benimsemediler. Bu, Adnan Menderes-Süleyman Demirel-Turgut Özal
çizgisinde de böyleydi, bugün Tayyip Erdoğan çizgisinde de
böyle.
Zaten, o
muhafazakar damarın bir kalkınmacı/zenginlik vaat edici tarafı
olmasaydı, nihayetinde onlar da 'muasır medeniyetler seviyesine
gelmek, geçmek'ten söz etmeseydi, büyük ihtimalle hiçbir zaman
iktidar olamazlardı.
Buradan CHP'ye,
onun içinde ve dışında devam eden 'sağa gidelim-sola gidelim'
tartışmasına bakalım.
Eğer
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte kimlik siyasetinin
seçim sonucunu belirlemede etkisi görece azalacaksa, o zaman seçmen
refahını ve mutluluğunu arttıracak vaatlerin siyasetine geri
dönülecek demektir.
Bu manada,
ekonomik eşitliği, sefalette değil refahta eşitliği savunan sol
politikaların alanı da genişleyecek demektir.
Soldan
kastedilen ne?
Ama CHP açısından
sola dönmeyi önerenlerin aklındaki tek şey bu değil galiba. Eğer
soldan kastedilen şey, en koyu haliyle Kemalizme geri dönmek, dinin
sosyal hayattaki görünürlüğünü azaltmak, eğitim yoluyla
yeniden modernist ve pozitivist endoktrinasyona başlamaksa, bu
söylenenlerin 'sol' olmadığını hatırlatmak gerekiyor.
CHP'yi 'sola
dönmeye' davet edenler, herkes için özgürlüğü değil de sadece
hakim sınıf için özgürlüğü öneriyorsa, Kürt kimliğinden
hiç söz etmiyor, demokrasi derken yerel demokrasi konusuna hiç
girmiyor ve belediyeler üzerinde devlet tahakkümünün sürmesini
öngörmeye devam ediyorlarsa, bu da sol olamaz.
Ekonomide girişim
özgürlüğü yerine devletçi politikaları önermeyi solculuk
sananların olduğunu zaten biliyoruz.
Neyin sol
olmadığını yazıyorum, neyin olduğunu yazmaktansa. Çünkü
Türkiye'de yabancı düşmanlığı kolayca anti-emperyalizm olarak
pazarlanabildiği gibi, kendini anti-emperyalist sanan herkes de
solcu olduğunu düşünüyor.
Böyle olduğu
için de, Türkiye'de solculuk-sosyalistlik özünden koparılmış
ve kozmetik bir düzenlemeye indirgenmiş bir şeye kolayca
dönüşebiliyor.
Bir
adayla sağcı olunur mu?
Benzer bir durum,
CHP'nin 'sağa dönmesini' önerenler için de geçerli. Bir dindar
adayla, söylenecek birkaç nutukla CHP'nin 'sağa açılacağını'
sananlar var. Bunlar, siyaseti basit bir mühendislik işi gibi
gören, toplumu sosyolojisi hiç değişmeyen sabit tuğlalardan
ibaret sanan insanlar. Basit bazı hareketler yapılır, bazı temel
şeyler söylenir, uygun da bir aday bulunursa daha önce Ak Parti
tarafında duran o tuğlaların bazılarının hop bu tarafa geçeceği
öne sürülüyor.
Oysa ne toplum
sabit ne de öyle blok blok tuğlalardan oluşan bir şey. Aralarında
bazı benzerikler, duygudaşlıklar olan milyonlarca bireyden söz
ediyoruz; ortaklaştıkları yerler var, ayrıştıkları yerler var.
Yeniden başa
dönelim: CHP bugün bir kimliğin, hem de hayli sert ve köşeli bir
kimliğin partisi. Ve bu yüzden de, kendi kimliğini aşmadan, o
kimliğin köşelerini yumuşatmadan başka kimliklere açılması,
bugün hitap ettiği yüzde 25'in en az iki katına hitab eder hale
gelmesi çok da kolay olmayan bir parti.
Samimi
olmak şart
Sorunu basitçe
sağa veya sola yönelmek değil, tam tersine Türkiye'ye yeni bir
şey söylemek, söylediği şeyi içselleştirmek ve samimi olmak.
Mesele
eleştirmek, karşı çıkmak olunca bunu CHP'nin gayet iyi yaptığını
son 15 yıldır biliyoruz. Ama seçim kanamak için karşı olmak ve
eleştirmek yetmiyor, bir de topluma bir şey önermek gerekiyor,
önerirken inandırıcı olmak gerekiyor.
CHP son iki genel
seçimde (2011 ve 2015) pozitif kampanyalar yürüttü ama belli ki
inandırıcı olamadı, seçmen tarafından samimi bulunmadı. Acaba
CHP 2011 ve 2015'te neden başarısız olduğunun tahlilini samimi
biçimde yaptı mı?
CHP'ye sağa veya
sola dönmesini söylemekten daha kolay bir şey yok ama acaba dönmek
o kadar kolay mı, 'döndüm' deyince dönülmüş oluyor mu?
15 yıldır
toplumun önüne bir yeni fikir çıkaramamamışken şimdi 2 yılda
bu fikir nereden bulunacak?
O fikri aramaya
bir yerden başlamak gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder