Acaba üçte birlik kesimde mi, üçte ikilik kesimde mi? |
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cuma akşamı katıldığı bir TV mülakatında “TEOG kaldırılacak” deyince, toplumca bir aydınlanma yaşadık.
O gün o saate kadar sekizinci sınıf öğrenci velileri dışında kimsenin gündeminde olmayan, hatta öğrenci velilerinin de henüz düşünmeye başlamadığı TEOG konusunda herkes birden ve hep bir ağızdan Cumhurbaşkanının ne kadar doğru söylediğini dile getirmeye başladı. Hatta buna CHP de dahil.
Cumhurbaşkanı herkese ama galiba en çok da Milli Eğitim Bakanlığına ve bakanına sürpriz yapmıştı. Çünkü Bakanlık, bu söyleşiden ancak üç gün sonra, pazartesi günü “Tamam TEOG’u kaldıralım ama yerine ne koyalım” konulu bir “uzman komisyon” oluşturdu. Oysa Cumhurbaşkanı TEOG’un yerine ne konacağını da düşünmüştü bu arada ve söyledi: “Çok basit, okullar kendi sınavını kendi yapar.”
Olup bitenden iyimser ihtimalle medya üzerinden haberdar olan Başbakan Binali Yıldırım da geride kalmak istemedi, “Herkes istediği okula gidecek” dedi.
Cumhurbaşkanı’nın akıl yürütmesine bakılacak olursa, TEOG’a karşı çıkmasının ana sebebi, bu sınavın çocukları ve aileleri dersanelere yöneltmesiydi.
Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın planlamasına göre TEOG için bu yıldan başlayarak dersaneye gitme ihtiyacı azalacaktı; çünkü artık sınav açık uçlu soruları da içerir hale geliyordu. Öğrenciler, dersaneye dersleri öğrenmek için değil, test tekniğini ve zaman kullanmayı öğrenmek için gidiyordu esas olarak.
Buraya kadar anlattıklarım, esasen ülkemizin nasıl yönetildiğiyle ilgili sorunlar. Konunun eğitimle ilgisi pek sınırlı.
Oysa meselenin eğitim tarafını da konuşmamız gerek. Bunu konuşamadan yepyeni bir düzene doğru gidiyoruz ve emir yüksek yerden geldiği için de bu gidişi durdurabilecek ya da daha doğru bir yöne doğru yönlendirebilecek gibi de değiliz.
Yine de ümitsizliğe kapılmadan konumuz sadece eğitimmiş başka bir şey değilmiş gibi tartışmaktan vazgeçmemek lazım. Bu yazı, o tartışmaya katkı amacıyla yazılıyor.
13 yaşındaki çocuklarımızın üçte ikisi hayata kaybederek başlıyor
Ben ilkokuldan 1974 yılında mezun oldum. O yıl da devlet parasız yatılı ve bazı devlet okullarına giriş için merkezi sistemle sınav yapılıyordu. (Sadece kolejler için her okulda ayrı ayrı sınav olurdu.) Yani merkezi sınav hep vardı; çünkü merkezi sınava ihtiyaç vardı. Bugün de var.
Nereden kaynaklanıyor bu ihtiyaç? Çok basit bir sebeple: ‘İyi’ eğitim verdiği düşünülen okulların sayısı o iyi eğitimi almak isteyenlerin ihtiyacını karşılayacak kadar değil.
İktisat terimiyle söylersek, iyi eğitime olan talebi karşılayacak bir arz yok. Ben çocukken de yoktu, bugün de yok.
İktisat terimleriyle devam edeyim: Piyasada bir mal veya hizmetin arzı, o mal veya hizmete olan talebi karşılamaya yetmiyorsa önce o mal veya hizmetin fiyatı artar.
Nitekim bugün en iyi eğitimi veren özel okulların fiyatları sahiden astronomik boyutlarda. Örneğin Robert Kolej bu yıl 90 bin lira. Neredeyse 30 bin dolar. (Türkiye’de 30 bin doların satın alma gücünün Amerika’daki 30 bin doların iki katından fazla olduğunu da burada hatırlatmalıyım.)
Tabii iktisat benzetmesi bir yere kadar. Eğitim bir ‘piyasa’ değil; kaldı ki piyasa olsa bile bu piyasadaki en büyük hizmet sunucusu devlet.
O yüzden, özel okulların fiyatları artsa dahi devlet eğitimi bedava tutarak piyasa düzenleyicisi olabiliyor. Ama bir şartla: Devletin okullarındaki eğitim kalitesinin yüksek olması şartıyla. Yoksa kötü eğitime bir talep yok.
Ama iyi ve kötü eğitim, Türkiye’de son derece göreli kavramlar. Çünkü biz, ilk ve ortaokul eğitiminin kalitesini o okulların hangi liseye öğrenci soktuğuyla; liselerin kalitesini ise hangi üniversiteye kaç kişi soktuğuyla ölçmek gibi bir garabet içindeyiz.
Böyle bir garabet içinde olmamızın da bir sebebi var: İster ortaokul olsun ister lise ve ister üniversite… Bir okula girmek, o okulun diplomasını almak için yerine getirilmesi gereken en zor şart.
Çünkü, okullar açısından, öğrenciye sınıf geçirtmek ve sonunda da mezun etmek, tersi ihtimale, yani sınıfta bırakıp sınıf tekrar etmeye göre çok daha ucuz bir yöntem. Arkadan öyle bir kalabalık geliyor ki, okul o sınıfı tamamen boşaltmak zorunda. Bu, üniversite dahil böyle. Ülkemizde uzun yıllardır kimse sınıfta kalmıyor; çok ama çok istisnai durumlar dışında okullar öğrencileri başarısızlık nedeniyle okuldan atmıyor.
Okula girdiniz ve dört yılı da orada geçirdiniz mi mezun oluyorsunuz. Ortaokul diyor ki, “Ben iyi eğitemedim belki ama lisede toparlarlar.” Lise diyor ki, “Ben yapamadım ama üniversitede toparlar.” Üniversite diyor ki, “Biz yapamadık ama işe girdiğinde şirkette öğrenir.”
Liselere geçiş için bir sınava ihtiyacımızın neden olduğu sorusunu cevaplamaya çalışıyoruz.
Türkiye’nin bütün liseleri iyi eğitim verebiliyor olsaydı, iyi okullara gitmek için bir yarışma da olmazdı. Ama bütün liseler değil sadece bazı liseler iyi eğitim verdiği için, o bazı liselere girmek için öğrenciler arasında bir yarışma oluyor ister istemez.
İşte bu sebeple bir sınava, bir eleme sınavına ihtiyacımız var.
Biraz rakam konuşalım:
Bu yıl sekizinci sınıfta, yani orta sonda 1 milyon 200 bin öğrenci var. Buna karşılık, en seçkin eğitim veren bazı özel okul ve bazı devlet okullarının(Fen, Sosyal bilimlert liseleri, İstanbul Erkek, Galatasaray, Kabataş, Beşiktaş vs gibi bazı seçkin Anadolu Liseleri) toplam kontenjanı 65-70 bin civarında. Yani en büyük yarış bu 65-70 bin öğrencinin arasına girmek. Buna birinci lig diyelim.
Bir de ikinci lig var; “Türkiye için iyi” diyebileceğimiz liseler. Bunlar, Anadolu Liselerinin bazı seçkin olanları hariç çoğunluğu ile Anadolu İmam Hatip Liseleri. Burada da 300-350 bin civarında kontenjandan söz ediyoruz.
Yani, 1 milyon 200 bin çocuğumuzun üçte birinin kazanabileceği; üçte ikisinin ise hayata kaybetmiş olarak başlayacağı bir düzendeyiz.
13-14 yaşındaki çocukların hangilerinin kaybedeceğini, hangilerinin kazanacağını orman kanunlarına terk etmek istemeyen devlet, çok eski zamandan beri sınav düzenliyor.
Cumhurbaşkanı söyledi diye şimdi TEOG kalktı ama yerine her şart altında kazananla kaybedeni belirleme gücüne sahip bir veya daha çok sınav gelecek.
Merkezi sınavdan kurtulmanın hiç mi yolu yok?
Elbette var. Milli Eğitim Bakanlığı taa 2011’de TEOG’u planlamaya başladığında amaç da buydu zaten; zaman içinde geçiş sınavını anlamsız kılmak.
Peki nasıl olacaktı bu?
Bakanlık, TEOG sayesinde tek tek bütün okulların durumunu öğrenecek, sonra da bu okullar arası eğitim seviyesi farkını kapatmak için aktif olarak devreye girecekti. Hem ortaokullar hem de liseler arasında zaman içinde seviye farkları azalacak; mahallemizdeki okullar (benim çocukluğumda olduğu gibi) yeniden anlamlı hale gelecekti.
Üstelik TEOG olabilecek en masum merkezi sınavdı. Öğrenciler sınava okullarında giriyordu. Sınavda öğrencilere, her dönem girdikleri üç yazılı sınavdan biri merkezi yöntemle yapılıyordu ve toplam 6 dersten ayrı ayrı yapılıyordu sınav.
2014’te Nabi Avcı’nın bakanlığı döneminde TEOG başladı ama bakanlık planladığı şeylerin hiçbirini yapmadı, TEOG’u okulları birbirine eşitlemeye yardımcı olacak bir araç olarak kullanmadı, hatta uzun süre sınavın sayısal analizini bile yapmadı. Yapmadığı gibi çok kıza zamanda TEOG, aynen OKS veya SBS gibi amaç haline gelen bir sınava dönüştü; veliler yeniden dersanelerin kapısına dayandı.
Üstelik TEOG’dan önceki sınavlara sadece iyi okullara gidebileceğini düşünen öğrenciler giriyordu ama TEOG’a herkes girmek zorunda olduğu için az önce söylediğim üçte birlik kazanan, üçte ikilik kaybeden kitlesi oluştu.
2003, 2002 ve 2001 doğumlu çocuklarımızın üçte ikisi hayatlarına kaybedenler olarak başladılar. Umarım hiç değilse bazıları sonradan ‘kazanıyorum’ duygusuna gelir.
Tekrar başa döneyim: Merkezi sınavdan kurtulmanın elbette bir yolu var. O yol, liselerimiz arasındaki seviye farklarını gidermekten geçiyor. Yani eşitlikçi eğitimden.
Bunu yapmak için de sınava veya derslik yapmaya değil, eğitimin kendisine, eğitimin içeriğine ve öğretmenlerimizin kalitesine yoğunlaşmamız lazım.
Ak Parti dahil siyasi iktidarların kaytardığı nokta tam da burası. Hükümet kolayca ‘Kanal İstanbul’ diye bir vaatte bulunuyor, çünkü parayı bulursa bu vaadini gerçekleştirebileceğini biliyor. Ama aynı hükümet, “Türkiye’nin bütün liseleri Ankara Fen Lisesi veya Ankara Sosyal Bilimler Lisesi kalitesine gelecek” diye bir vaatte bulunmuyor; çünkü bunu gerçekleştiremenin Karadeniz’den Marmara’ya bir kanal açmaktan kat be kat daha zor olduğunu görüyor. Oysa esas ihtiyaç bu.
Eğitim öyle bir alan ki, Türk usulü ‘Sefalette eşitlik’ burada geçerli değil. Koca ülkede bir tane Ankara Fen Lisesi, bir tane Robert Kolej olması yetiyor; birden bire iyi eğitime olağanüstü bir talep doğuyor.
Şimdi TEOG kalktı. Yerine ister istemez bir başka şey gelecek. Umalım ki, gelen gideni aratmasın. Ama şunu unutmayın: Amacı öğrencileri elemek olan sistemlerin hiçbiri mükemmel olamaz, hatta ‘iyi’ bile olamaz; en fazla adil olur.
Mesele o elemeye ihtiyaç duyurmayacak eğitim kalitesini herkese sunmak. Bu olana kadar biz sınavları konuşmaya devam ederiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder