12 Temmuz 2012 Perşembe

'Tanrı Parçacığı'nda Tanrı aramak...

Aslında her türlü matematik/mantık/felsefe sever için bir başucu kitabı niteliğinde olan Douglas Hofstadler'in Gödel-Escher-Bach'ını okumuş olanlar bu dediğimi daha iyi anlayacak; Tanrının varlığı veya yokluğuyla ile ilgili olarak bilimsel kanıt arama çabası beyhude bir çaba.

Gödel Escher Bach'ın daha başında, kendi kendine referans veren bazı paradoks türlerinden söz edilir. Örneğin herkesin bildiği, 'Bir Giritli filozof demiş ki bütün Giritliler yalancıdır' cümlesi tam buna örnektir.

Aslında gerçek bir çelişki/çatışkıyı değil, tamamen semantikten kaynaklanan bir durumu ifade eder. Aynen, 'Bu cümle İngilizcedir ve Türkçeye tercüme edilemez' cümlesi gibi.

Biraz matematik diliyle söyleyelim: Bütün kümelerin kümesi, kendisi de bir küme olduğuna göre kendi kendini içerir mi içermez mi?

Sonsuza kadar uzanan bir spiral.

Meşhur fıkradır:


Reklamlarında 'Sonsuz sayıda odamız var' diyen otele gelen müşteriyi resepsiyon 'Tamamen doluyuz' diye geri çevirmek ister. Müşteri, 'Ama hani sonsuz sayıda odanız vardı' diyecek olur, resepsiyoncu cevabı yapıştırır: 'Ama sonsuz sayıda da müşterimiz var bu akşam.'


Müşteri şöyle bir düşünür, 'Şöyle yapalım' der, 'Bir numaralı odada kalan müşterinizi ikiye, ikide kalanı üçe, üçte kalanı dörde diyerek sonsuza kadar müşterilerinizin yerini değiştirin, ben de bir numaralı odaya geçeyim.'

Bütün bunları neden anlattım? Higgs bozonuna verilen 'Tanrı Parçacığı' takma adının yarattığı çağrışımları biraz tartışabilmek için.

Başından beri hiç anlamadığım bir şey var: Neden din ve dindarlar kendi varlıklarının kanıtını (Tanrının kanıtını) bilimde ararlar veya tam tersi neden bilimi ve rasyonel aklı arkasına aldığını düşünen bazıları Tanrının yokluğunu kanıtlamaya uğraşırlar?

Bu iki grup birbirine güç veriyor ve esasen Tanrıya olan inanç ve inançsızlıkları dışında birbirlerine neredeyse tıpa tıp benziyorlar.

'Madem yokluğunu kanıtlayamıyorsun, o halde (Tanrı) vardır' cümlesi ile 'Madem varlığını kanıtlayamıyorsun o halde (Tanrı) yoktur' cümlesi, birbiriyle eş değerde cümleler.

Tanrının varlığına yürekten inanan dindar biri, siz biliminizle ilk parçacıkların nasıl kütle kazandığını tartışmasız bir biçimde kanıtlasanız dahi 'Peki o ilk fotonu kim yarattı, o nereden geldi' diyecektir.
Bence bunu demesinde de hiçbir sakınca yok. İnanç böyle bir şeydir. Sarsılmazdır.

O yüzden 'Tanrı Parçacığı' dolayımıyla Tanrının varlığı veya yokluğu tartışmasını başlatmaya çalışmak kadar abes ve boş bir şey düşünemiyorum.

Bilim, ister istemez merak ve şüphe üzerine kuruludur. En doğru bildiğinizi sandığınız şeyden bile şüphe duyarsınız. Bilim böyle ilerler.

İnanç ise şüphe duymaz. Daha doğrusu en azından Tanrının, bir yüce yaratıcının varlığından şüphe duymaz.
İki sürecin birbirini nasıl beslediğini görebiliyor musunuz? Bilimin şüpheleri, dindarların Tanrının varlığına ilişkin kanıtlarıdır.
Bertrand Russel'ın meşhur bir hikayesi kalmış aklımda. Bir halk konferansında genç Russel, dünyanın küre olduğunu, güneşin etrafında döndüğünü falan anlatırken bir yaşlı kadın atılmış, 'Yanılıyorsun genç adam' demiş, 'Dünya dev bir kaplumbağanın sırtında duruyor.' Russel çok akıllı ya, 'Peki o kaplumbağa neyşn üstünde duruyor' diye sormuş. Kadın hiç sektirmemiş: 'O da başka bir kaplumbağanın üstünde, sonsuza kadar bu böyle.'

İnançlı insanların inançlarını bilim yoluyla sarsmaya çalışmak kadar boş ve saçma bir uğraş düşünemiyorum.

Ama aynı şekilde, o insanların inançlarına bilimden, fizikten destek ummalarını da anlamıyorum; çünkü buna ihtiyaçları yok.

Bana soracak olursanız günümüzde bilimle din arasında bir büyük meydan savaşından çok geçmişi ve ilikisi çok gerilere giden iki eski arkadaşın dostça itişmesi var artık.

1 yorum:

  1. "İnançlı insanların inançlarını bilim yoluyla sarsmaya çalışmak kadar boş ve saçma bir uğraş düşünemiyorum." Kesinlikle boş bir uğraş kendi tecrübelerimden biliyorum.

    YanıtlaSil