19 Aralık 2012 Çarşamba

Okuduğunu anlamak bu kadar zor mu?


Daha önce birkaç kez yazdım, bence bu memleketin özellikle de kalem erbabının okuduğunu anlamakla ilgili ciddi bir sorunu var.
Belki 'modern' olamadan 'post-modern' olmamız yüzünden bu böyle, bilemeyeceğim.
Genellikle şu iki kategoride sorunlar çıkıyor karşımıza:
1. Okurken boşlukları kendi kafamızdan dolduruyoruz; sonra da 'Ama yazıda böyle deniyor' diyoruz. Oysa öyle denmiyor, dendiğini iddia ettiğin şeyleri metne kendi kafandan sen ekledin.
2. Yazılı şeyi sahiden anlamıyoruz. Evet, basitçe orada ne yazdığını anlamıyoruz.
Tabii bir de çok geniş kitleler için bir üçüncü kategori var: Hiç okumuyoruz, onun yerine metni okuduğunu söyleyen birinin bize aktardığı yalan yanlış şeyleri 'gerçek' kabul ediyoruz.
Bu gereksiz uzunluktaki girişi yapmamın sebebi, 18 Aralık salı günü Zaman ve Habertürk gazetelerinde çıkan aynı konudaki haberde adımın geçmesi.
İsmim o haberde neden geçiyor?
Çünkü, Ergenekon davasına bakan İstanbul'daki Ağır Ceza Mahkemesi bir zaman önce Genelkurmay Başkanlığı'ndan daha önce 'İnternet andıcı' diye anılan davayla ilgili olarak bazı bilgisayar hard disklerini istemiş ve bunları da bir naip hakim tayin ederek ona incelettirmişti. Şimdi o incelemenin sonucu olan rapor mahkemeye ulaştı.
Raporun tam metnini bu linkte bulabilirsiniz. Bence sıkılmadan okuyun; çünkü çok ilginç bazı bilgiler içeriyor.
Ben çok kaba bir özet yapmaya çalışayım:
Raporun tespit ettiğine göre Genelkurmay'ın Bilgi Destek Şubesi, davaya konu olan internet sitelerinin yeterince okunmadığından şikayetçi, o yüzden de siteleri ve içindeki haberlerde yer alan kara propagandayı, hükümet aleyhtarı propagandayı gazeteciler, köşe yazarları, kanaat önderleri yoluyla daha geniş kitlelere ulaştırma derdinde. Yani basitçe yaptıkları psikolojik operasyon için halkla ilişkiler faaliyeti yapmak istiyorlar.
Eh öyle olunca da, gazetecilerin, gazete yöneticilerinin adreslerine 'El-Mek' (Elektronik posta veya e-mail için Genelkurmay'ın bulduğu 'Türkçe' isim bu!) gönderiyorlar.
Memleketimizde uzun zamandır halkla ilişkiler faaliyeti zaten buna indirgenmiş durumda: Bir e-mail gönderirsin, bültenini iletirsin, gazete de o basın bültenini yayınlar! Bu kadar basit. Benim e-mail adresime günde 600 civarında böyle bülten geliyor.
Genelkurmay'ın adresine 'bülten' gönderdikleri arasında benim de olmam doğal. Bu durum benim hoşuma gitmese de, Genelkurmay dahil 10 bine yakın adresten gelen mailleri doğrudan spam klasörüne atıp silmemi sağlayan bir özel program kullansam da bu maalesef böyle.
Haberde adımın geçmesinin tek nedeni de bu: Genelkurmay'ın kendi hazırladığı mail listesinde adresimin bulunması.
Ama Zaman gazetesi, 'Köşe yazıları Genelkurmay'dan' demeyi ihmal etmemiş. Peki acaba ben gelen bu bültenlerden herhangi birini alıp köşeme taşımış mıyım? Hayır, taşımamışım. Ama yine de adımı 'Genelkurmay'dan gelen bilgi notlarını kendi yazısıymış gibi köşesine taşıyan yazarlar'dan biri olarak ilan edilmiş durumdayım.
Hürriyet'te Mehmet Yılmaz, bu iddialara çok güzel bir cevap verdi; aslında aynı yazı benim için de geçerli.
Her ihtimale karşı, biraz da kayda geçsin diye ben de burada cevabımı veriyorum işte. Ve ibreti alem için, haberin kaynağı olan raporun tam metninin linkini de veriyorum ki, siz okuduğunu anlamakta güçlük çekmeyenler de durumu görsünler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder