21 Aralık 2012 Cuma

Bir gazetecilik macerası...

Salı günü Hürriyet'teki köşemde Taraf gazetesinin gazeteciliği hakkında yazarken kendi gazetecilik anlayışımı da anlattım.
Gazete yöneticisi olmak demek, hergün onlarca yüzlerce haber hakkında karar vermek zorunda olmak demek.
Kendimce bir kalite süzgecim var, adalet anlayışım var, ahlaki değerlerim var, başkalarına haksız yere zarar verme endişem var.
Önüme gelen haberler, benim bu süzgecimden geçiyor.
Radikal'de çalışanlar bilir, her haber öğlen vakti herkesin ortasında yapılan haber toplantısında en ince detayına kadar tartışılırdı. Bazen toplantı bitmek bilmezdi bu tartışmalar yüzünden.
Buna da inanırım: Gazete dediğiniz konuşarak yapılır. Hepimiz birbirimizle konuşuruz, haber konuşuruz, detaylar konuşuruz.
Radikal'den veda ederken de yazmıştım, o gazeteyi yönettiğim on yıl boyunca bildiğim/fark ettiğim veya bilmediğim/fark etmediğim çok sayıda hata da yaptım.
İşte salı günkü yazıda o hatalarımdan birini yazdım. Bugün Yurt gazetesinde köşe yazarı olan, o vakitler Ekonomi Servisimizin en değerli muhabirlerinden biri olan Hakan Gülseven'in bir haberini ikna olmadığım için yayınlamadım.
Hakan'ın haberi o zamanlar sadece bir televizyon programından ibaret olan, bugünkü gibi bir siyasi içerik kazanmamış ve açıkçası bir ara olduğu gibi devleşmemiş olan Deniz Feneri ile ilgiliydi.
Yöntem şuydu: İhtiyacı olan köyler veya kişiler Deniz Feneri'ni arıyor, uygun bulunurlarsa oraya TV çekim ekibi gidiyor, Kanal 7'de yayınlanmakta olan Deniz Feneri programı için çekim yapılıyor, hatta bazen o köyden yayın gerçekleştiriliyordu.
Televizyonda muhtaç durumdakileri görenler de Deniz Feneri Derneği üzerinden yardım yapıyorlardı.
Ama Hakan şunu saptamıştı: Derneğin yardım yaptığını iddia ettiği köylerde köylüler o paraları ve yardımı almamışlardı. Derneğin elinde sahte imzalar atılmış makbuzlar vardı ve bunların bir bölümü Hakan'daydı.
Siyaseten değil de insani açıdan hassas bir durumdu. Diyorum ya, o zaman Deniz Feneri'nin bugünkü gibi bir siyasi anlamı yoktu.
Bir yardım örgütü elbette karbeyazı olmak zorundadır; yolsuzluğun y'si bile uğramamalıdır oralara. Ama öte yandan şunu kestiremiyordum: Hakan'ın kuvvetli iddiaları bireylerin kötü davranışlarından mı kaynaklanıyordu, derneğin tamamı mı böyleydi? Hiç mi kimse yardım almıyor, derneğe giden paralar tamamen mi iç ediliyordu, yoksa bazı görevliler 'Yardım yaptık' diyerek parayı cebe mi atıyordu?
Haberi olduğu gibi yayınlasam, dernek tümüyle gümbürtüye gidecekti ama belki de dediğim gibi dernek masumdu, bazı kişilerdi parayı çalan.
Bu durumu bir türlü netleştiremedik. Şimdi de üzerinden zaman geçmiş, bütün ayrıntıları çok iyi de hatırlamıyorum.
Ama sağolsun Hakan kendi köşesinde benim yazımın ardından bir yazı yazarak haberin macerasının tamamını anlattı. Ona kulak verin.
Biz, sonradan doğru olduğu ortaya çıkacak bir haber için kılı kırk yararak adil olmaya çalışırken başka gazeteler ve kendine 'gazeteci' diyenler önlerine geleni doğru dürüst okumadan yayınlıyorlar.
Ben hala kendi gazeteciliğimin doğrusu olduğunu düşünen dinozorlardanım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder