Amerika’nın meşhur Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC-P) yöneticisi Arjun Srinivasan, ‘Antibiyotik çağının sonuna geldik’ diyor.
Neden böyle diyor? Çünkü, artık hiçbir antibiyotiğin etki etmediği ‘süper bakteri’lerin sayısında ve yaygınlığında ciddi artış gözleniyor.
Ve Srinivasan’ın asıl söylemek istediği şu: Antibiyotik çağının sonunun başlangıç aşamalarındayız. Bakteri kaynaklı enfeksiyonlardan ölen insanlar hep oldu, olacak da. Ama eğer insanlık yeterli önlem alamazsa, ileride bakteriyel enfeksiyonlardan ölmek nadir rastlanan bir durum olmaktan çıkacak, neredeyse kural haline gelecek.
Hepimiz genetik olarak hayatta kalmaya programlıyız. En temel içgüdümüz bu. İnsanoğlu nasıl hayatta kalmak istiyorsa, bizi öldürme potansiyelini taşıyan bakteri ve virüsler de hayatta kalmak istiyorlar. Biz nasıl hayatımızı tehdit eden şeylere karşı önlemler geliştiriyor, mesela depremden korunmak için daha sağlam binalar yapıyoruz; bakteriler de onları tehdit eden antibiyotiklere karşı genetik mutasyon geliştiriyor.
Mesela, ‘klebsiella pneumoniae’ isimli bakteri, ‘carmapenem’ isimli antibiyotiklere bile dirençli. Oysa bu antibiyotik, doktorların artık son çare olarak kullandığı en güçlü antibiyotiklerden biri.
San Fransisco’daki California Üniversitesi’nden bulaşıcı hastalıklar uzmanı Lisa Winston, ‘Bütün organizmalar ve olası bütün durumlar için söylenmiyor o antibiyotik çağı bitti sözü. Ama bazı organizmalar var ki, onlar için sahiden elimizde bir antibiyotik yok’ diyor.
Aslında sağlıklı bir insanın bu konuda endişeye kapılıp telaş etmesine pek gerek yok. Çünkü bu ‘süper mikrop’lara yakalanma olasılığı hala düşük. İronik bir biçimde, hastaneye gittikçe, hatta orada ameliyat oldukça bu süper mikroplara yakalanma olasılığı da artıyor insanın. Tabii bir de Hindistan, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerde bu olasılık yüksek. Çünkü süper mikroplar bu ülkelerde daha yaygın. Sebebi de, bizim ülkemiz dahil bu ülkelerde isteyenin istediği antibiyotiği eczaneden alabilmesi. Aşırı ve yaygın antibiyotik kullanımı, bakterilerin genetik evrim geliştirme ihtimalini de arttırıyor.
İlk süper mikroplardan birinin Hindistan’da ortaya çıkması şaşırtıcı değil. Tabii bir de hayvan yetiştiricilerin aşırı antibiyotik kullanımı var; bu da bakterilerin direncini arttıran önemli bir faktör.
Aslında süper mikropların veya mevcut antibiyotiklerin etkisizleşmesinin yarattığı sorun çok büyük. Çünkü antibiyotik hiçbir zaman tek başına bir ilaç değil; modern tıbbın da cerrahiyle birlikte ayrılmaz parçası.
Örneğin organ nakillerinde veya giderek yaygınlaşan kök hücre tedavilerinde doktorların ilk yaptığı şeylerden biri, hastanın immün sistemini baskılamak. Bunu yaparken de antibiyotiklere güveniyor doktorlar. Eğer antibiyotik direnci bu hızla artmaya devam ederse, modern tıbbın 20. yüzyılın ikinci yarısındaki kazanımlarının çoğu çöpe bile gidebilir.
Daha da fenası, epey bir zamandan beri yeni antibiyotik de geliştirilmiyor; çünkü buradan yeterince para kazanılacağına inanmıyor ilaç firmaları. Peki ne olacak?
Önce doktorlara ‘Eski usul temel değerlere geri dönme’ çağrıları yapılıyor. Yani sterilizasyona ve temizliğe yeniden önem verilecek.
Bir de, bakteri ve mikroplara karşı geliştirilen yeni bir tedavi biçimleri var. Bunlardan birinde hastalığı yayan bakterine bağlanan bir başka bakterinin hastalıklı olanı ‘saflaştırması’ sağlanıyor. Bir başka yöntem, bakteri ve mikropları öldüren mikroplar geliştirmekle ilgili.
Ama tabii bu yöntemlerin geliştirilmek için daha zamana ihtiyaç var.
Antibiyotikler insanlığa çok büyük hizmetler yaptı, belki milyonlarca hayatı kurtardı ama bugünlerde o çağın bitişinin başlangıcına tanıklık ediyoruz.
Bu yazıdaki bilgilerin başlıca kaynağı için burayı tıklayın.
Bu yazıdaki bilgilerin başlıca kaynağı için burayı tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder