19 Kasım 2013 Salı

Eğitim konuşacağımıza siyaset konuşuyoruz

Hükümetin özel dersaneleri kapatmak isteği sır da değil yeni de değil. Ama geçen hafta Zaman gazetesinin ortaya çıkardığı bir yasa taslağı üzerinden alevli bir tartışma başladı. Ne yazık ki tartışılan şey eğitim değil, cemaat-hükümet kavgası.

Birkaç rakam vereyim. Türkiye'de okul öncesi eğitimden her çeşit lisenin son sınıfına kadar okuyan öğrenci sayısı 17 milyon 234 bin 452. Yani her dört kişisinden biri öğrenci olan bir ülkede yaşıyoruz.

Türkiye 700 bin kişilik ordusuyla NATO'nun en büyük ikinci silahlı gücü ama Türkiye'de tam 832 bin 726 öğretmen var, devletten veya özel okullardan maaş alan. Yani en büyük meslek grubu öğretmenlik.

Bu iki rakam, yani öğrenci sayısı ve öğretmen sayısı, eğitimin istisnasız her bireyin hayatına şu kadar veya bu kadar dokunan en büyük konu olduğunu gösteriyor. Ama biz eğitimin kendisini konuşmak yerine basit, ufuksuz ve derinliksiz bir siyasi kavgayı konuşuyoruz. Aferin bize.

Dersanelerin yasa zoruyla kapatılmak istenmesi hiç kuşkusuz hukuka, demokrasiye, temel özgürlüklere aykırı bir şey. Bunu tartışmak bile yersiz.

Ama dersanelerin bu sistem içinde bir faydası olup olmadığını tartışmak bence gerekli. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı da söylüyor; dersanelerin Türkiye'nin eğitim çıktısına faydası varsa bile bu marjinal bir fayda.

Biraz rakam konuşalım: 2011-12 öğrenim yılında liselerimiz 712 bin 702 mezun verdi ama bunlardan 487 bin 314'ü üniversite sınavına girdi; girenlerin de sadece yüzde 30.24'ü dört yıllık lisans, yüzde 9.33'ü de iki yıllık ön lisans programlarına yerleştirildi.

Aynı yıl 332 bin 154 meslek lisesi mezunundan 277 bin 283'ü üniversite sınavına girdi. Bunların sadece yüzde 7.06'sı dört yıllık lisans, yüzde 43.02'si ise iki yıllık ön lisans programlarına yerleşebildi.

Evet doğru, üniversite sayımız ve kontenjanımız yetersiz, üniversitelerimizde okullaşma oranımız yüzde 40 seviyesinde, yani üniversite çağında olan on gencimizin dördü üniversiteye gidebiliyor. Ama yine de, liselerimizin mezun ettiği gençlerin akademik seviyesi ve kalitesi bir hayli yetersiz; bunu görmeliyiz.

Peki dersaneye gitmek bu akademik kaliteyi arttırıyor mu? Bu son derece tartışmalı; çünkü Milli Eğitim Bakanı'nın da söylediği gibi, zaten üniversiteye yüksek oranda öğrenci sokan liselerin öğrencileri dersaneye gidenler. Yani, büyük ihtimalle kazanacakları bir yarışta kendilerine son bir avantaj elde etmeye çalışanlar dersane müşterileri.

Üniversite sınav başarısı sınırlı olan liselerden, yani görece daha dezavantajlı olan okullardan gelen öğrencisi ya hiç yok ya da çok az sayıda dersanelerin. Varsa bile o öğrenciye pek bir faydası olmuyor dersanenin. Öyle olsa bu durum istatistiklere yansır, öyle lise mezunlarının üniversiteye yerleşme oranları yükselirdi.

O yüzden dersanelerin devlet okullarının bozduğu eşitliği bir ölçüde sağlamak gibi bir işlev üstlendikleri iddiası boş bir iddia. Tek tek bazı bireylerin durumu düzelmiş olabilir ama sistemin toplamının yarattığı dezavantajda en ufak bir düzelme bile yok.
İşte zaten tartışılması, acilen çözülmesi gereken şey de bu dezavantaj.

Keşke Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı dersaneler konusunda TV'lere verdiği seri mülakatlar yerine bir basın toplantısıyla sistemin yarattığı bu dezavantajı nasıl çözmeyi düşündüklerine ilişkin bir plan açıklasa.


Hadi plandan da vazgeçtim; keşke bakanlık, 'Bu sorunu biliyoruz ve çözüm arıyoruz, dışarıdan yardımlara da açığız, gelin hep birlikte bir yol bulup eşitsizlik sorununu çözelim' çağrısı yapsa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder