Türkiye’de ana sınıfından lise son sınıfa kadar 17 milyon 300 bin öğrencimiz ve onların tam 832 bin öğretmeni var, resmi-özel okullar toplam.
Geçen gün yazdım, sadece 2013 yılında tam 40 bin öğretmeni fiilen atayarak işe başlattık. Son on yılda 400 bine yakın öğretmen işe aldık.
Öğretmen olmak için üniversitelerin spesifik bölümlerinden mezun olmak, sonra da kamu personeli seçme sınavında (KPSS) belli bir puanı tutturmak gerekiyor.
Bu şartlar yerine gelince, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kadro yaratması ve sizi atamasını bekliyorsunuz. ‘Atanamayan öğretmen’ lafı buradan geliyor; KPSS’de yeterli puanı da tutturmuş ama fazla başvuru sebebiyle çekilen kurada adı çıkmamış, yani işe girememiş öğretmen anlamında.
17 milyon öğrenciyi tek merkezden yönetmeye, 832 bin öğretmeni tek merkezden atamaya, sonra iller veya ilçeler arasında tayin etmeye çalışan bir idari yapı Milli Eğitim Bakanlığı. Bakanlığın iş yükünün yarıdan fazlası işe alım, atama ve tayinle ilgili.
Bakanlığın bir ‘Norm kadro’ sistemi ve yönetmeliği ile buna bağlı mevzuatı var, okumaya, öğrenmeye ömrünüz yetmez. 832 bin insanı mümkün olduğunca adil biçimde atamak, tayin etmek için inanılmaz karmaşıklıkta bir yönetmelik ve mevzuatımız var anlayacağınız.
Oysa, Gordion’un düğümünü Büyük İskender’in bir kılıç darbesiyle çözmesi gibi, biz de bu devasa sorunu bir kerede çözebiliriz. Bütün öğretmenleri bulundukları şehrin (veya ilçenin) belediyesine devredebiliriz. Genel bütçedeki ilgili ödeneği de o belediyeye yönlendirebiliriz. Ve bundan sonra öğretmen alımlarını belediyelerin yapmasını sağlayabiliriz. Aynı şekilde okul binalarını da belediyelere devredebilir, genel bütçedeki ilgili bakım onarım yapım ödeneğini de belediyeye aktarabiliriz.
Eğitimin mekanik anlamda yönetimini yerelleştirmekten başka çaremiz yok. Bunu yapmadığımız her gün zaman kaybetmiş oluyoruz aslında. Merkezde eğitimin içeriğine ve kalitesine odaklanmak ancak böyle mümkün olabilir.
Öğretmen alım standardını bugün olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı belirleyebilir, hatta belirlemeli. Ama bu standarda uyan ‘atanamayan öğretmen’ şehir şehir dolaşıp kendine iş aramalı.
Bu mekanik idare sorununu çözmeden öğretmenlerimizin kalitesini arttırmakla ilgili hiçbir şey yapamayız aslında.
Öğretmen kalitesiyle ilgili ilk yapmamız gereken şey, öğretmenlik mesleğinin itibarını yükseltmek olmalı. Daha yüksek maaş vererek, daha iyi bir kariyer göstererek yapabiliriz bunu. O zaman toplumun en iyileri öğretmen olmak ister; yılbaşından itibaren olacağı söylenen 2 bin lira başlangıç maaşı pek teşvik edici değil, itibar yükseltici hiç değil.
Öğretmenliğin itibarını yükseltirken yapmamız gereken başka bir şey, önce mevcut öğretmenlerimizden başlayarak, uygun bir teşvik sistemiyle, sistem içindeki bütün öğretmenlerin üniversitelerde kendi dallarında yüksek lisans yapmasını sağlamak.
Yeni işe alacağımız öğretmenlere yüksek lisansı zaten şart koşabiliriz; mevcut öğretmenlere de ‘Yüksek maaş için en çok 6 yıl içinde yüksek lisansını tamamlamalısın’gibi şartlar getirebilir; mevcut öğretmenleri yüksek lisansa giriş sınavından muaf tutan bir uygulama yapabiliriz.
Akıllı tahtalar ve FATİH çok güzel projeler, hızla uygulamaya da giriyorlar. Ama burada teknolojiye aktarmakta olduğumuz muazzam kaynağı öğretmen eğitimine ve öğretmen kalitesine ayırmak acaba daha doğru mu olurdu diye de düşünmeliyiz.
29 Kasım 2013'te Hürriyet'te çıkan yazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder