Dersaneler kapansın-kapanmasın tartışmamızda
ikinci haftamızı da tamamladık ve nihayet dün konu azıcık da olsa eğitimin
kendisine dokundu.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı dün düşünce kuruluşu
SETA'nın konuğuydu, soruları yanıtladı. Bakan Avcı'nın bir soru üzerine,
'Öğretmen niteliğini geliştirme strateji belgemiz hazır ama açıklamak için daha
sakin ortamı bekliyoruz' demesi, eğitimin kısır siyasi tartışmalar karşısında
ne kadar çaresiz durumda olduğunun da ifadesiydi aslında.
Evet, Türkiye'de eğitimin kalitesini arttırmak,
okullararası eşitsizliği gidermek isteyen her stratejinin işe öğretmenlerle
başlaması şart ve doğru. O bakımdan Milli Eğitim Bakanlığı'nın da işe öğretmen kalitesiyle
başlamak istemesinde şaşıracak bir taraf yok; bu onların işi.
Bakanlıktaki uzmanlar benden çok daha iyi
biliyorlar; sonuçta 'İşe öğretmen alacağım' dediğinde en azından 40 bin kişiyi
işe alan bir kurumdan söz ediyoruz. Halen özel okullar dahil, ana sınıfından
lise son sınıfa kadar görev yapan 832 bin öğretmeni var Türkiye'nin ve şimdi
sıkı durun, bunların tam 397 bin 324'ü son on yılda, yani 2003'ten bu yana işe
alınmış, fiilen ataması gerçekleşmiş öğretmenler.
Türkiye'nin çeşitli branşlarda 100 binden fazla
öğretmene daha acilen ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Sadece 2013 yılında tam 40
bin öğretmen işe başladı. Bu yıl sisteme giren 40 bin öğretmenin en azından 25
yıl sistemde kalacağını da unutmayın.
Neredeyse yarısı son on yılda atanmış, dolayısıyla
görece genç olan bu öğretmen kitlesi bir yanıyla büyük bir şans, bir yanıyla da
şanssızlık.
Şans çünkü öğretmenlerimiz görece genç oldukları
için öğrenmeye, kendilerini geliştirmeye de açıklar. Onları yeniden eğitime
tabi tutmak zorundayız çünkü. Öte yandan şanssızlık; çünkü daha onları işe
alırken daha yüksek niteliklere sahip olmalarını talep edebilirdik; çünkü
neredeyse bütün öğretmenlerimizin yarısından söz ediyoruz burada.
Öğretmen niteliği dediğimizde işe onların
eğitiminden başlamak zorundayız. Gelin biraz rakam konuşalım. Acaba öğretmen
yetiştiren üniversitelerimiz hangi nitelikteki öğrencileri alıp öğretmen
yapıyor? (Unutmayın, öğretmenlerimiz de, şikayet ettiğimiz ve 'niteliksiz'
bulduğumuz eğitim sistemimizin mezunları.)
Üç temel öğretmenlik dalı seçtim: Sınıf
öğretmenliği, matematik öğretmenliği ve fizik öğretmenliği...
2013 LYS sonuçlarına göre sınıf öğretmenliği
bölümü için en yüksek puanla öğrenci alan üniversite İstanbul Üniversitesi
olmuş. 'Türkçe-Matematik 2' adlı puan türüne göre öğrenci alan bu üniversiteye
en düşük 375.55390 puanla girilmiş. Yani bu puan türünde ilk 80 bine girebilen
öğremciler bu okula girmeye hak kazanmış. Ama sınıf öğretmenliğinde bir de
İstanbul Aydın Üniversitesi var mesela, Türkiye'de bu bölümler içinde en düşük
puanla öğrenci kabul eden okul. En az 200.14052 puanla girilmiş bu okula. Yani
TM-2'de 342 bin öğrenci istese bu okula girebilecekti.
Matematik öğretmenliğinde en yüksek puanı Boğaziçi
Üniversitesi talep etmiş, 'Matematik-Fen 1' puan türünde en az 486.83697 puan
alan öğrenciyi kabul etmiş. Bu çok seçkin bir okul, çünkü oraya girebilecek
puanı bütün Türkiye'de sadece 273 öğrenci tutturmuş. Ama bir de Başkent
Üniversitesi var. Orada matematik öğretmenliği bölümüne girmek için 219.99016
puan yeterli olmuş; toplamda 159 bin öğrenci bu puanı tutturmuş.
Ya fizik öğretmenliği? Orada da en seçkin okul
Boğaziçi Üniversitesi. 'Matematik-Fen 2' puan türüyle öğrenci alan bu okula
girebilmek için en az 380.86452 puan gerekmiş. Yani, ilk 25 binden öğrenci
almış. Tabii bir de Dicle Üniversitesi'nin fizik öğretmenliği bölümü var. Orası
200.96596 taban puanla öğrenci almış; yani ilk 188 binden.
Bu rakamlar çok önemli. Çünkü eğer bakanlık
öğretmen kalitesini yükseltmek istiyorsa, eninde sonunda bunu kaynağında
yapacak, öğretmen yetiştiren bölümlerin taban puanlarını arttıracak.
Peki bu kolay mı? Gelin cumaya buradan devam edelim.
26 Kasım 2013'te Hürriyet'te çıkan yazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder