GÖZÜNÜZLE görmediğiniz şeye inanmayanlardansanız yapacak bir şey yok; ama şu örneğimi yine de dinleyin:
Süt, ineğin memesinde streril bir sıvıdır; mikrop veya bakteri barındırmaz. Ama memeden fışkırıp kovaya düşene kadar geçen kısacık süre ve mesafede bile süte onlarca farklı çeşitten onbinlerce bakteri yerleşir. O yüzden sütü ‘pastörize’ etmemiz, yani kaynatıp içindeki bakteri ve mikroplardan arındırmamız gerekir.
Soluduğumuz hava bakteri ve mikrop kaynar. Bunların ezici çoğunluğuyla birlikte yaşarız zaten. Kendi vücudumuz hücre sayımızdan kat be kat fazla bakteri içerir; üstümüzde taşıdığımız, birlikte yaşadığımız bakterilerin DNA’sı bizim DNA’mızdan çok ama çok daha büyük ve zengindir.
Her taraf bakteri kaynarken ve bunlardan sayıca az da olsalar bazıları bizim için öldürücüyken ‘antibiyotik çağının sonu’na gelmek korkutucu olabilir.
Korkutucu da zaten ama ‘antibiyotik çağı’ dediğimiz ‘çağ’ da aslında bir hayli kısa. ‘Çağ’ dediğimiz şeyin başlangıcı 1941 yılında penisilin ticari olarak kullanıma girmesi. Penisilin ‘harika ilaç’tı ve çoğu uzmana göre insanoğlunun mikroplara karşı kesin zaferini ifade ediyordu.
Ama sadece iki yıl sonra doktorlar penisiline dirençli bakteriler saptamaya başladı. ‘Harika ilaç’ımızın ömrü kısa olmuştu.
O gün bugün insanlık ile bakteriler karşılıklı yarış halinde.
Doğada bazı bakteri ve virüslerin salgıladığı bazı kimyasallar diğer bakterileri öldürebiliyor. İnsanlar bu kimyasalı saptadığı ve ayırt edebildiği zaman da ortaya yeni bir antibiyotik çıkmış oluyor. Örneğin penisilin, diğer bakterileri onların hücre duvarı oluşturma yeteneklerini yok ederek öldürüyordu.
Fakat geçen hafta da yazdım, doğadaki bütün canlılar hayatta kalmaya programlı. O yüzden evrim geçiriyoruz, bakteriler de evrim geçiriyor. Tek hücreli bakterinin evrimi bize göre çok daha hızlı oluyor. Bazı bakteriler, kendilerini ve komşularını öldüren kimyasala karşı savunma mekanizması geliştiriyor. Bunu yaparken de, mesela bizim hücremizden bile biraz DNA çalıyor olabilirler. İstedikleri hücreye gidip uygun DNA’yı bulup kendilerine kopyalıyorlar anlayacağınız. Doğanın yaptığı genetik mühendislik. Bir nevi GDO.
Daha da ilginci, antibiyotiğe karşı direnç kazanan bakteri, vücuda antibiyotik geldiğinde komşularının öldüğünü görüyor, bir kenarda bekliyor. Henüz bu direnci geliştirmemiş bakteriler ölünce dirençli bakteriye çoğalıp yerleşmek için daha münbit bir alan doğuyor.
Şu rakamı vereyim: Bir bakteri hücresi, ideal çoğalma ortamında, sadece bir günde kendisinin aynısı 68,719,476,736 bakteriye çoğalabiliyor. Evet, 68 milyar 719 milyon 476 bin 736.
Yani gereksiz yere ve çok miktarlarda antibiyotik kullanarak dirençli bakterilerin çoğalmasına yardımcı oluyoruz sadece.
Kaderden kaçılmaz. Dirençli bakteri sayısı giderek artıyor.
Bakın Birleşmiş Milletler Sağlık Örgütü WHO’nun yöneticisi Dr. Margaret Chan ne diyor:
‘Antibiyotik çağının sona ermesi, bildiğimiz anlamda modern tıbbın da sona ermesi anlamına gelecek. Basit bir boğaz enfeksiyonu veya bir çocuğun ayağının çizilip yaralanması gibi sıradan şeyler yeniden öldürücü sonuçlar doğurabilecek.’
Bu sözleri ilk okuduğumda dehşete kapıldım.
Ve daha fenası, şu an için yapabileceğimiz çok ama ok az şey var bu dirençli bakterilere karşı.
Bize önerilen, temizliğe dikkat etmemiz, düzenli egzersiz yaparak kendi savunma mekanizmamızı güçlü tutmamız, sağlıklı yiyecekler yememiz gibi şeyler.
Not: Bu yazıdaki bilgilerin tamamını şu adresdeki makaleden aldım; alamadığım daha bir sürü bilgi de makalede kaldı. Meraklısına tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder