7 Nisan 2014 Pazartesi

Seymour Hersh'in Suriye'deki kimyasal saldırı iddiaları cevapsız kalmadı ama...

Seymour Hersh
Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun, mesleği gazetecilik olanların ve mesleğini ciddiye alanların bildiği bir isimdir Seymour Hersh. Araştırmacı gazeteciliğin, bilgiye, üstelik birkaç ayrı kaynaktan teyid edilmiş bilgiye dayanan ve en çok da hükümetleri ısıran gazeteciliğin belki de yaşayan en önemli ismi Hersh.
Geçmiş Pulitzer ödülünü falan hatırlatmaya bile gerek yok; özellikle askeri konularda ve istihbarat alanında hükümetlerin hoşuna gitmeyen gerçekleri ortaya çıkartmak ve büyük tartışmalar çıkartmak konusunda Hersh'in eline su dökebilecek çok az gazeteci var dünyada.
İşte o Seymour Hersh, geçen yıl ağustos ayında Amerika'yı birden bire Suriye'ye askeri müdahalenin eşiğine getiren kimyasal silah saldırısı hakkında Aralık 2013'te bir haber-analiz yazdı. Epey bir zamandan beri 'free-lance' olarak çalışan ama yazdıkları daha çok saygın The New Yorker dergisinde yayınlanan Hersh'in bu haberi nedense İngiltere'nin saygın edebiyat dergisi London Review of Books'ta çıktı.
Hersh, haberinde Amerika'nın, daha doğrusu Başkan Obama'nın Suriye'ye saldırıdan son anda caymasının ardında, Suriye'deki kimyasal saldırıyı Esed rejiminin yaptığının emin olamamasının yattığını söylüyordu. Hersh'in haberine göre Obama yönetimi istihbarat örgütlerine baskı yaparak bu yönde bir dizi rapor almaya çalışmıştı ama eldeki istihbarat yeterli değildi. Ayrıca, saldırıyı Suriye'deki savaşan rejim karşıtı örgütlerden olan ve islamcılığı ile öne çıkan El Nusra Cephesi'nin yapmış olabileceğine dair şüpheler de vardı.
O günleri hatırlayın. Türkiye, saldırıyı Suriye rejiminin yaptığından çok emin gözüküyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, kimyasal saldırının yapıldığı silahın sadece rejimin elinde olduğunu söylüyordu kanıt olarak. Başta Amerika'nın da şüphesi yok gibiydi bu durumdan. Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry çok sert ve kesin bir dille konuşuyordu.
Amerikan saldırısının beklendiği günlerde bir son dakika hamlesi Rusya'dan geldi, Rus Dışişleri Bakanı, Suriye'yi elindeki bütün kimyasal slahları teslim etmesi konusunda ikna edince sorun çözüldü. Türkiye, bir yandan sorunun bu şekilde çözülmesine üzüldü ama bir yandan da bu çözümü alkışlamak zorunda kaldı.
Tam o günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le birlikte New York'a Birleşmiş Milletler toplantısına giden gazeteci ekibindeydim. Uçakta Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile sohbetimizi hatırlıyorum, gerek Davutoğlu ve gerekse Cumhurbaşkanı Gül, kimyasal anlaşmasına sevindiklerini söylemekle birlikte, 'Kimyasal silahları teslim edecek olmasının Suriye'yi diğer suçlarından arındırmayacağını' özellikle belirtme gereği duyuyorlardı.
O seyahatte Cumhurbaşkanı'nın da Dışişleri Bakanı'nın da gündemi Suriye idi ve Türkiye savunmadaydı. Çünkü Batıda Türkiye'ye yönelik, 'Suriye'de El Kaide unsurlarına destek oluyor' eleştirileri çok yaygındı ve hem Gül hem Davutoğlu görüştükleri herkese 'Hayır destek olmuyoruz' demek zorunda hissediyordu kendini.
Ayrıca Suriye'de iç savaşta ilk kez rejim durumu toparlar, muhalif savaşçılar karşısında zemin kazanır bir noktaya gelmekteydi. Türkiye Suriye konusunda sıkışıyordu.
İşte bu ortamda gelen kimyasal saldırı ve sonrasında Suriye'de rejimi değiştirecek Amerikan askeri gücünün devreye girme olasılığının bir anda ortadan kalkması Ankara'da söylenmeyen bir hoşnutsuzluğa yol açmıştı.
Hersh'in Aralık ayında, yani benim bu anlattığım gergin günlerden iki-üç ay sonra çıkan haberi, 'Kimin Sarin gazı' başlığını taşıyor ve çok ciddi şüphelere işaret ediyordu.
Bu habere ne Amerikan yönetiminden ne başka bir kaynaktan fazla bir tepki gelmedi. Hatta haber bir ölçüde görmezden gelindi.
Ama Seymour Hersh'in bu haberle ilgili fikri takibi bırakmadığını birkaç gün önce öğrendik. Hersh, yine London Review of Books'ta 6 Nisan günü çıkan haberinde ilk iddiasını bir adım ileri taşıyordu. Bu habere göre Ağustostaki kimyasal saldırıdan hemen sonra Rusya bir biçimde sarin gazı örneklerine ulaşmış ve bunları tahlil etmiş, tahlil sonuçlarını da İngiliz istihbaratı ile paylaşmıştı. Hersh'in haberine göre saldırıda kullanılan sarin gazı, Suriye'nin bilinen sarin stokuyla uyumlu değildi. İngiliz istihbaratı bu bilgiyi Amerika ile paylaşmış, o yüzden de Amerika şüpheye düşüp saldırıdan vazgeçmişti.
Hersh'in iddiaları burada da bitmiyor. 'Eğer saldırıyı Suriye rejimi yapmadıysa kim yaptı' sorusuna cevap arıyor Hersh ve patrmağını El Nusra Cephesi ile ona yardım ettiği düşünülen Türkiye'ye çeviriyor. Gazetelerde yer aldığı gibi 'Sarin'i Türkiye verdi' demiyor Hersh, ama bu olasılığın yüksek olduğunu söylüyor.
Bunu söylerken de tezini desteklemek üzere kullandığı unsurlardan biri, birkaç hafta önce ortaya çıkan Dışişleri Bakanlığı'ndaki savaş toplantısı kayıtlarında MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ağzından çıkan, 'Gerekirse oraya üç beş adam gönderir boş alana dört tane füze attırırız' sözleri.
Hersh'in haberinden öğrendiğimiz bir başka unsur, bu savaş olasılığından aylar önce, Mayıs 2013'te Washington DC'de Beyaz Saray'da gerçekleşen meşhur yemekte yaşananlar.
Mayıs 2013'teki meşhur yemek. Hersh'in iddiasına göre yemekte Erdoğan, Obama'ya kızgınca parmak sallamış.

Buna göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yemeğin bir noktasında Amerikan başkanına parmağını sallamış ve bu da Amerikan tarafında bir alınganlığa sebep olmuş; bu bir. İkincisi, Amerikan Başkanı Obama bir seferinde Hakan Fidan'a dönüp, 'Suriye'de radikal unsurlara nasıl yardım ettiğinizi biliyoruz' demiş.
Bütün bu sızdırmaların belli bir izlenim yaratmaya yönelik olduğuna da, Hersh'in tezlerini desteklemesine yardımcı olmaya yaradığına da kuşku yok. Ama 'Bunlar belli bir maksatla sızdırılıyor' laflarının fazla bir anlamı yok; önemli olan sızanlar doğru mu değil mi? Hersh ismi bu konularda hayli güvenilir.
Bir başka soru, Hersh'in bu haberlerinin neden The New Yorker'da, yani Hersh'in neredeyse düzenli olarak haber yazdığı dergide değil Londra'da yayımlanan bir başka yayında çıktığı. Şurası önemli: London Review of Books da çok saygın bir yayın organı ve onların haber yayınlama standartları The New Yorker'dan daha düşük değil.
Nitekim taa Aralık ayında Hersh'in ilk haberi London Review of Books'da çıktığında The Huffington Post'tan birileri bu durumu merak ettiler ve haberleştirdiler. The Huffington Post'un haberine göre Hersh o ilk Suriye haberini önce The New Yorker'a teklif etmiş, dergi haberi basmayınca bu kez The Washington Post'a gitmiş, onlar haberi 'kendi standartlarına uygun' bulmayınca da haber London Review of Books'a gitmişti.
Bütün bu gazetecilik dedikoduları bir yana, Hersh'in yazdığı iki haber ortada. Haberler sadece Amerikan yönetimini yakından ilgilendirmiyor, Türkiye'yi, bizim Dışişleri Bakanlığı'nı, Milli İstihbarat Teşkilatını ve elbette Başbakanlığı da yakındanilgilendiriyor.
Ve haberler, ikna edici açıklamalar bekliyor. Bu konuda yaşanacak sessizlik sadece haberlerin doğrulanması anlamına gelecek, bunu da unutmamak gerek.
Bütün bunları sabah saatlerinde yazdım; öğleden sonra Hürriyet'in Washington Temsilcisi Tolga Tanış'ın haberi geldi; evet Beyaz Saray Hersh'ün iddialarını yalanlıyordu. Size Tanış'ın yazdıklarını da dikkatle okumanızı öneririm, en azından bana yalanlama ikna edici geldi.
Ancak yine de, benzeri açıklamaların Ankara'dan da gelmesi gerek. Ve baştan söyleyeyim, Ankara eğer hamaset dolu, uluslararası komplolara değinen bir açıklama yapacaksa hiç yapmasın; onun yerine kimyasal saldırıyı Suriye rejiminin yaptığına dair elindeki delilleri açıklasın. Tabii böyle delilleri varsa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder