Bugünkü Hürriyet'teki yazım aşağıda...
Hepi topu A4 boyutunda bir sayfa. Hadi gerekçesini de
ekleyin, hepsi birden 2.5 sayfa ediyor. Üstelik büyük puntolu.
Hükümetin Meclis'e sevk ettiği, 'Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin
Gerçekleştirilmesine Dair Kanun Tasarısı' başlıklı tasarıdan söz ediyorum.
Yürürlük maddesi de dahil beş madde.
Ne yasanın kendisinde ne de gerekçesinde 'Kürt' kelimesi geçiyor. Sanki sanal ve
sebebi belirsiz bir 'terör' var, bu
yasa da o terörün sona erdirilmesi için gerekenleri yapmak üzere bakanlar
kuruluna görev veriyor. Sanki böyle bir yasa olmasa bakanlar kurulu kendini
görevli hissetmeyecek veya yapması gerekenleri yapmayacak sanırsınız.
Ama hayır. Yasanın maksadı bu değil. Yapılması gerekenleri,
onların derinliğini ve kapsamını ilgili ilgisiz herkes biliyor zaten. Yasanın
maksadı, sondan bir önceki maddesinde, yani dördüncü maddesinde yazılı:
'Madde 4: 1) Bu kanun
kapsamında verilen görevler, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle
yerine getirilir. 2) Bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren
kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz.'
Evet, bu yasa Meclis'ten geçip yürürlüğe girecekse, gerçek
anlamda işlevsel olacak yegane maddesi budur. Geri kalanı temenniler demetinden
ibaret. Haa, bir de 'Çözüm süreci' koordinasyonu görevinin Kamu Güvenliği
Müsteşarlığına verilmesi var tabii. Hepsi bu.
Gelin, filmi biraz başa saralım, bu yasaya neden ihtiyaç
duyulduğunu konuşalım.
2012 yılının sonbaharından beri İmralı adasında cezasını
çekmekte olan Abdullah Öcalan ile doğrudan, Kuzey Irak'taki Kandil dağlarında
olan PKK karargahıyla da genellikle dolaylı yoldan görüşmeler yürütülüyor.
Hükümet tarafı bu görüşmelere 'müzakere' demiyor; PKK ve Öcalan ise 'müzakere' yürütmek,
yapılanları bu isimle anmak istiyor.
Bir 'müzakere'nin, yani pazarlığın, al-ver dengesinin konusu
olabilecek şeyler var, olamayacak şeyler var.
Mesela ana dilde
eğitimi de kapsayan temel insan hakları, anayasada yazılı 'kanun önünde
eşitlik'in Kürtler için fiiliyatta da hayata geçmesi, siyasal alanda
ayrılıkçılık dahil bütün görüşlerin savunulabilir olması, demokratikleşme gibi
konularda pazarlık olamaz. Bunlar zaten karşıda bir silahlı örgüt var veya yok,
yapılması gereken şeyler.
Ama bir de 'demokratik
özerklik' gibi ucu federasyona kadar varan talepler, 'öz savunma gücü bulundurma' gibi ayrı bir ordu kurmaya varan
talepler var ki, onlar elbette siyasi pazarlığın konusu olabilir.
Haa, bir de genel af ilan etme, dağdaki PKK militanlarını
eğer geri geleceklerse topluma geri kazandırma, devlet veya PKK tarafından
yaratılmış acılarla bir biçimde hesaplaşma, Abdullah Öcalan'ın durumu gibi
konular var; bunların zamanlaması konusu da müzakere edilmesi gereken şeyler.
Ben bu genel çerçeveyi çiziyorum ama gerek Öcalan ve gerekse
Kandil müzakereye başka bir yerden başladı: Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki statüsü ve bu müzakerelerde
PKK'nın statüsü.
Zaman içinde Kürtlerin özel bir anayasal statüye sahip
olması (kurucu halk olarak Anayasada ismen yazılmaları) konusu gündemden düştü
ama PKK'nın statüsü konusu hep gündemde kaldı.
PKK'ya statü talebinin kod adı 'Müzakerelere yasal bir
çerçeve kazandırmak'tı. Hükümet başta buna direndi; şimdi Meclis'e sevk edilen
tasarıda görüyoruz ki direnmeye devam ediyor, yasada bırakın PKK'ya bir statü
vermeyi 'Kürt' kelimesi bile geçmiyor.
Bu satırlar yazılırken Kandil'den henüz yasaya ilişkin bir
değerlendirme gelmemişti.
'Çözüm süreci'nin nihayet yeniden hareketlenmesi, yaz
aylarını beklediğimizden daha sıcak yapabilir.
Oy almak için mi yapıyor?
Hemen söylenmeye başladı, Ak Parti, Cumhurbaşkanı seçiminin
ikinci turunda HDP/BDP oylarını kendine çekebilmek için bu yasayı alel acele
gündeme getirmekle itham ediliyor.
Diyelim ki bu doğrudur; peki ama böyle yapmak neden yanlış
olsun?
Bunlar sonuçta siyasi partiler, ne yapıyorlarsa oy almak
için yapıyorlar. Benzer biçimde muhalefet partileri de durumu eleştirerek hem
Ak Parti'ye gidecek oyları engellemeye hem de kendilerine çekmeye çalışmıyorlar
mı?
Komik eleştiriler bunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder