22 Ağustos 2014 Cuma

Demokratikleşme: Huninin ağzındaki sıkışma

Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı bir web linkiyle birlikte burada da sunuyorum...
***

Partisinin Ahmet Davutoğlu'ndan esas beklentisi Haziran 2015'te yapılacak seçime kadar ülkeyi yönetmesi değil; bu seçimden de güçlü bir iktidarla çıkması. Eğer bu olursa, Türkiye 2019 yılına kadar seçimsiz ve kesintisiz biçimde Ak Parti tarafından yönetilecek demektir.
Siyasetçilerin 'Ha bire seçim yapılıyor' diyerek sürekli şikayet ettiği başka demokratik ülke var mıdır, bilmiyorum ama görüyorsunuz, 2019 yılına kadar bu bahane de kullanılamayacak.
Çarşamba günü bu köşede çıkan 'girizgah'ta yazmaya çalıştım; Türkiye güllük gülistanlık bir ülke değil, çözülmeyi bekleyen çok sayıda önemli sorunumuz var. Ve bu sorunlarımız da aslında zincirleme biçimde birbirine bağlı; birini çözümsüz bırakmak diğerlerini de kötü etkiliyor; bir veya birkaçını çözüm yoluna sokmak diğer sorunların çözümünü kolaylaştırıyor.
Tersten anlatmaya çalışayım: Ülkemizde vatandaşlarımızın daha müreffeh ve daha mutlu insanlar olmalarını sağlamak istiyoruz. Bunu ekonomik kalkınmayla sağlayabiliriz. Ekonomik kalkınmayı başarmak için daha iyi eğitimli olmamız birinci şartsa, ikinci şart daha özgür olmamız, üçüncü şart hepimizin hukuk güvenliğine sahip olmamız.
Yani daha zengin ve daha mutlu olacaksak, daha iyi eğitimli, insan haklarına eksiksiz riayet eden, daha demokratik ve işleyen bir hukuk devleti sistemiyle bunu yapabiliriz ancak.
Türkiye sorunlarının çözümünü erteleye erteleye, çözümlere bir ucundan başlayıp sonra bunları yarım bıraka bıraka bugün geldiği noktaya ulaştı. Geldiğimiz noktayı, bir şişenin boynunda veya huninin ağzında yaşanan sıkışmaya benzetebiliriz.
Çünkü bizi şişenin boynuna veya huninin ağzına sıkıştıran tek şey ekonomi değil, 30 yıldır silahlı ve kanlı biçimde devam eden 'Kürt sorunu' da bizi, demokratikleşmenin ertelenemeyeceği, geciktirilemeyeceği bir noktaya yaslamış durumda.
Bugün Türkiye'nin önündeki yegane değilse de en önemli mesele, taa 50'li yıllarda imzaladığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni istisnasız hayata geçirmek, kuvvetler ayrılığını meşru temeller üzerinde inşa etmek ve hukuk devletini tesis etmektir.
'Demokratikleşme' bunların toplamıdır.


Yeni bir devlet telakkisi



Ak Parti'ye yakın bir düşünce kuruluşu olan SETA'nın İstanbul ekibinin önemli isimlerinden Fahrettin Altun'un dün Akşam gazetesinde çıkan yazısı şöyle bitiyordu:
'Türkiye siyasetinde yeni dönem, birçok sıcak meseleyi tartışacağımız bir dönem olacak. Ancak bana kalırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yeni AK Parti yönetiminin Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yeni devlet telakkisini kurumsallaştırmak üzere sergileyecekleri performans çok daha temel bir mesele olarak önümüzde duracak.'
Altun'un 'yeni devlet telakkisi' dediği şey, tepeden topluma ideoloji vazetmeyen, toplumdaki değişik kimlikler, dini ve siyasi inançlar, etnik kökenler konusunda taraf olmayan devlet.
Devletin kendisinin bir siyasi aktör olmaktan çıkıp 'toplumun ortak yaşamını kolaylaştırıcı bir araç'a dönüşmesi kuşkusuz çok önemli ama tek başına bu yeterli değil.


Kök nedeni bulmak, onu ortadan kaldırmak



Ana yazıda da anlatmaya çalıştım, 'sorun' diye adlandırdığımız her şey aslında birbirine zincirleme bağlı.
Hükümet, 'Alevi açılımı', 'Roman açılımı', 'Kürt açılımı' gibi tek tek açılımlar aradı ve bulamadı. Esasen Alevi'nin dini inançlar bakımından eşitlik arayışı ile Roman veya Kürt'ün etnik aidiyet bakımından eşitlik arayışı arasında bir fark yok.
Elbette her toplum kesiminin çok sayıda ve birbirinden farklı şikayeti var ancak esasen 'sorun' dediğimiz şeylerin tepedeki 'devlet baba' tarafından çözülmesini beklemenin kendisi de başlı başına bir 'sorun.'
O yüzden sorunları tek tek çözmek yerine ortaklaşa olanları, sorunları yaratan ana noktayı, deyim yerindeyse 'kök sorunu' bulmaya çalışmakta fayda var.
Devletin baskıcılığı ve taraflılığı, dolayısıyla dışlayıcılığı bu kök sorunlardan sadece bir tanesi.
Taraflı devletin vesayet araçlarından biri olarak kullanıldığı için bugün gözden düşmüş ve bir 'ayak bağı' olarak görüldüğü için ortadan fiilen kaldırılmış olan kuvvetler ayrılığının yokluğu bir başka önemli kök sorun.
Devletin, belirli bir ideoloji ve kimliğin veya özel amaçların değil, insan haklarına dayalı pozitif hukukun hizmetinde olan, kendi içinde demokratik meşruiyete dayalı denge ve denetleme mekanizmaları bulunan bir yargının yokluğu bir başka önemli kök sorun.


Devleti ele geçirmek mi, dönüştürmek mi?



Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Ak Parti, burada yazılı temennilerden hiçbirini yapmayabilir; onun yerine 'Bakın devletin en tepesinden tırnağına kadar her kademesi halkın oyuyla seçildi geldi, sadece bu seçim yoluyla gelmek bile eski devletin gidip yerine yenisinin geldiğine, ülkede de demokrasi olduğuna delalet eder' deyip kestirip atabilirler. Toplumdaki diğer sorunların ise sadece 'iyi yönetim'le çözüleceğini, zaten çözülmekte olduğunu söyleyebilirler.

Bu, devleti dönüştürmek değil, devleti bir ideolojinin hizmetinden alıp bir başka ideolojinin hizmetine sokmak anlamına gelir. Yani gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Dolayısıyla Ak Parti, aynen kendisinin halk oyuyla yıktığı eski düzenin yerine geçmiş ve halk oyuyla yıkılmayı bekler hale gelmiş olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder