Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı bir web linkiyle birlikte burada da sunuyorum...
***
***
Partisinin Ahmet Davutoğlu'ndan
esas beklentisi Haziran 2015'te yapılacak seçime kadar ülkeyi yönetmesi değil;
bu seçimden de güçlü bir iktidarla çıkması. Eğer bu olursa, Türkiye 2019 yılına
kadar seçimsiz ve kesintisiz biçimde Ak Parti tarafından yönetilecek demektir.
Siyasetçilerin 'Ha
bire seçim yapılıyor' diyerek sürekli şikayet ettiği başka demokratik ülke
var mıdır, bilmiyorum ama görüyorsunuz, 2019 yılına kadar bu bahane de kullanılamayacak.
Çarşamba günü bu köşede çıkan 'girizgah'ta yazmaya çalıştım; Türkiye güllük gülistanlık bir ülke
değil, çözülmeyi bekleyen çok sayıda önemli sorunumuz var. Ve bu sorunlarımız
da aslında zincirleme biçimde birbirine bağlı; birini çözümsüz bırakmak
diğerlerini de kötü etkiliyor; bir veya birkaçını çözüm yoluna sokmak diğer
sorunların çözümünü kolaylaştırıyor.
Tersten anlatmaya çalışayım: Ülkemizde vatandaşlarımızın
daha müreffeh ve daha mutlu insanlar olmalarını sağlamak istiyoruz. Bunu
ekonomik kalkınmayla sağlayabiliriz. Ekonomik kalkınmayı başarmak için daha iyi
eğitimli olmamız birinci şartsa, ikinci şart daha özgür olmamız, üçüncü şart
hepimizin hukuk güvenliğine sahip olmamız.
Yani daha zengin ve daha mutlu olacaksak, daha iyi eğitimli,
insan haklarına eksiksiz riayet eden, daha demokratik ve işleyen bir hukuk
devleti sistemiyle bunu yapabiliriz ancak.
Türkiye sorunlarının çözümünü erteleye erteleye, çözümlere
bir ucundan başlayıp sonra bunları yarım bıraka bıraka bugün geldiği noktaya
ulaştı. Geldiğimiz noktayı, bir şişenin boynunda veya huninin ağzında yaşanan
sıkışmaya benzetebiliriz.
Çünkü bizi şişenin boynuna veya huninin ağzına sıkıştıran
tek şey ekonomi değil, 30 yıldır silahlı ve kanlı biçimde devam eden 'Kürt sorunu' da bizi, demokratikleşmenin
ertelenemeyeceği, geciktirilemeyeceği bir noktaya yaslamış durumda.
Bugün Türkiye'nin önündeki yegane değilse de en önemli
mesele, taa 50'li yıllarda imzaladığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni
istisnasız hayata geçirmek, kuvvetler ayrılığını meşru temeller üzerinde inşa
etmek ve hukuk devletini tesis etmektir.
'Demokratikleşme'
bunların toplamıdır.
Yeni bir devlet telakkisi
Ak Parti'ye yakın bir düşünce kuruluşu olan SETA'nın İstanbul ekibinin önemli
isimlerinden Fahrettin Altun'un dün
Akşam gazetesinde çıkan yazısı şöyle bitiyordu:
'Türkiye siyasetinde
yeni dönem, birçok sıcak meseleyi tartışacağımız bir dönem olacak. Ancak bana
kalırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yeni AK Parti yönetiminin Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu yeni devlet telakkisini kurumsallaştırmak üzere sergileyecekleri
performans çok daha temel bir mesele olarak önümüzde duracak.'
Altun'un 'yeni devlet
telakkisi' dediği şey, tepeden topluma ideoloji vazetmeyen, toplumdaki
değişik kimlikler, dini ve siyasi inançlar, etnik kökenler konusunda taraf
olmayan devlet.
Devletin kendisinin bir siyasi aktör olmaktan çıkıp 'toplumun ortak yaşamını kolaylaştırıcı bir
araç'a dönüşmesi kuşkusuz çok önemli ama tek başına bu yeterli değil.
Kök nedeni bulmak, onu ortadan kaldırmak
Ana yazıda da anlatmaya çalıştım, 'sorun' diye adlandırdığımız her şey aslında birbirine zincirleme
bağlı.
Hükümet, 'Alevi
açılımı', 'Roman açılımı', 'Kürt açılımı' gibi tek tek açılımlar aradı ve
bulamadı. Esasen Alevi'nin dini inançlar bakımından eşitlik arayışı ile Roman
veya Kürt'ün etnik aidiyet bakımından eşitlik arayışı arasında bir fark yok.
Elbette her toplum kesiminin çok sayıda ve birbirinden
farklı şikayeti var ancak esasen 'sorun'
dediğimiz şeylerin tepedeki 'devlet
baba' tarafından çözülmesini beklemenin kendisi de başlı başına bir 'sorun.'
O yüzden sorunları tek tek çözmek yerine ortaklaşa olanları,
sorunları yaratan ana noktayı, deyim yerindeyse 'kök sorunu' bulmaya çalışmakta fayda var.
Devletin baskıcılığı ve taraflılığı, dolayısıyla
dışlayıcılığı bu kök sorunlardan sadece bir tanesi.
Taraflı devletin vesayet araçlarından biri olarak
kullanıldığı için bugün gözden düşmüş ve bir 'ayak bağı' olarak görüldüğü için ortadan fiilen kaldırılmış olan
kuvvetler ayrılığının yokluğu bir başka önemli kök sorun.
Devletin, belirli bir ideoloji ve kimliğin veya özel
amaçların değil, insan haklarına dayalı pozitif hukukun hizmetinde olan, kendi
içinde demokratik meşruiyete dayalı denge ve denetleme mekanizmaları bulunan
bir yargının yokluğu bir başka önemli kök sorun.
Devleti ele geçirmek mi, dönüştürmek mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu
ve Ak Parti, burada yazılı temennilerden hiçbirini yapmayabilir; onun yerine 'Bakın devletin en tepesinden tırnağına
kadar her kademesi halkın oyuyla seçildi geldi, sadece bu seçim yoluyla gelmek
bile eski devletin gidip yerine yenisinin geldiğine, ülkede de demokrasi
olduğuna delalet eder' deyip kestirip atabilirler. Toplumdaki diğer
sorunların ise sadece 'iyi yönetim'le
çözüleceğini, zaten çözülmekte olduğunu söyleyebilirler.
Bu, devleti dönüştürmek değil, devleti bir ideolojinin
hizmetinden alıp bir başka ideolojinin hizmetine sokmak anlamına gelir. Yani
gerçekte hiçbir şeyi değiştirmez. Dolayısıyla
Ak Parti, aynen kendisinin halk oyuyla yıktığı eski düzenin yerine geçmiş ve
halk oyuyla yıkılmayı bekler hale gelmiş olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder