Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da sunuyorum.
***
***
Ben hatırladığından eminim. Saatler sürmüştü bugünün
Başbakanı o dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu'nun Beşar Esad ile o
son görüşmesi.
Anayasadan demokrasiye, seçimlerden sokak gösterileri ile
başa çıkma yollarına kadar pek çok konuda görüşlerini Esad'a anlatmış, onu
sokakta gösteri yapanların üzerine çok sert gitmemesi, tam tersine demokratik
reformlar yapması için iknaya çalışmıştı Davutoğlu.
Bu görüşmenin içeriği Davutoğlu defalarca anlattı; birkaç
tanesine ben şahsen tanığım. Davutoğlu'nun Esad'a verdiği öğütlerden biri, 'Etrafındaki güvenlikçilerin her dediğini
yüzde 100 doğru kabul etme' cümlesiydi.
Davutoğlu, Esad'a 'Her
şeyi güvenlik gözlüğünden görenlerin demokratik, sosyolojik gelişmeleri yanlış
yorumladığını ve kendisini de felakete sürüklediğini' söylemişti.
Gerçekten de cuma namazı sonrası camilerin etrafında
toplanıp barışçıl protesto gösterisi yapanlara gerçek mermilerle saldırmasaydı
Esad, onun yerine önce muhalefet partilerine de izin verip yerel seçimler
yapsaydı, ardından anayasa reformuyla bir çeşit çok partili parlamenter sisteme
izin verseydi ve son olarak da Cumhurbaşkanlığı için çok adaylı seçimlerin
önünü açsaydı, bugün dünyanın gündemi çok farklı olurdu.
Davutoğlu'nun tavsiyesinin tam tersine, üzerlerine gerçek
mermiyle ateş edilen o barışçıl göstericiler kısa zamanda 'silahlı muhalefet'e evrildiler, ülke kan gölüne döndü, Esad'a
keskin nişancılar yetmedi kendi hava kuvvetleriyle ve kendi kimyasal
silahlarıyla kendi halkını toplu hade öldürmeye de başladı ve aslında hala daha
da güvenliği sağlayamadı.
Bütün bunları neden anlatıyorum?
Suriye'de olacakları taa o zaman görmüş ve Esad'ı uyarmış
olan Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki Türkiye hükümeti bugün kendi halkıyla
ilgili olarak ciddi güvenlik endişelerinin esiri olmuş durumda.
Evet geçen haftaki 'serhildan'
provası çok can yakıcıydı, onlarca vatandaşımız öldü ama yangının üzerine
körükle gitmek, 'misliyle karşılık
veririz' demek, 'Yanan bir TOMA'nın
yerine 10 TOMA alacağız' demek güvenlikçi bakış açısı değildir de nedir?
Halkla doğrudan yapıcı bir dille iletişime geçmek yerine, 'Ben devletim, kafanı dışarı çıkarırsan
yumruğumun gücünü tadarsın' demek ne zaman olumlu sonuç vermiş ki bugün
versin?
Amerika'nın Irak ve Suriye stratejisini sorguluyoruz, iyi de
yapıyoruz ama ya kendi iç barışımız için bizim stratejimiz?
Sahiden sadece TOMA alma tehdidinden oluşmayan bir
stratejimiz var mı? Varsa niye uygulanmaz?
Yargı reformunda CHP'ye düşen büyük görev
Hükümet, 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarından beri bir
anlamda züccaciyeci dükkanına girmiş fil gibi hareket ediyor.
Bu iki operasyonun kendisine karşı bir 'darbe girişimi' olduğunu öne süren hükümet, başta Hakimler
Savcılar Yüksek Kurulu yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası olmak üzere çok sayıda
temel yasada değişiklik üzerine değişiklik yapıyor. Amaç, polis ve yargı
marifetiyle gelecek 'saldırı'ları işlevsiz kılmak.
Biliyorsunuz, 12 Ekimde Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu'nun 10 üyeliği için bir seçim yapıldı. Bu seçim için uzun ve hiç de hoş
olmayan kampanyalar yapıldı. Son kertede hükümet, yargı mensupları içinde yer
alıp cemaaten haz etmeyenlerden bir koalisyon kurdu ve bu koalisyon seçimi 8-2
kazandı.
Kazandı ama arkada da çok büyük bir hasar kaldı.
Bir numaralı hasar, hükümetin 'Bana karşı darbe girişiminde bulunuyor' dediği cemaatin
adaylarının yargı mensuplarının yüzde 40'a yakınının oyunu almış olması. (Bu
arada cemaatin de seçimde bazı ulusalcı yargı mensuplarıyla ittifak kurduğunu
unutmayalım, yani o yüzde 40'ın tamamı cemaatci değil.)
Belki dört yıllığına yargının cemaat kontroluna girmesi
engellendi ama buna karşılık yargının hükümetin kontroluna girdiği tartışmaları
başladı haklı olarak.
Sonuç olarak bu seçim, en büyük kaybedeni cemaat olan ama
aslında kimsenin kazanmadığı, hatta herkesin değişik derecelerde kaybettiği bir
seçim oldu.
Bizde konular sıcakken çok konuşulur, sonra mesele soğuyunca
da unutulur gider. Bu sefer böyle olmamalı. Çünkü yargı meselesi, sorunları yok
kabul edip onları halının altına süpüreceğiniz bir alan değildir; olamaz da.
Zaten bugünkü sorunlarımız, o sorunları halının altına süpüre süpüre oluştu.
Bence bu aşamada en kritik ve yapıcı görevlerden biri, ana
muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi'ne düşüyor.
Bu parti, çalışıp araştırıp yargımızın idari yönetimini bir
daha bu çeşit sorunların yaşanmayacağı bir şekilde çözecek bir anayasa
değişikliğini iktidara önerebilir. 2010 referandumuyla değişen HSYK ile ilgili
anayasa maddesi, bir kez daha ama bu sefer büyük bir uzlaşmayla yeniden
düzenlenebilir. Ben hükümetin de böyle bir öneriye kapalı olduğunu
düşünmüyorum.
İki ana siyasi akımın içlerinden gelen gerçek bir uzlaşmayla
çıkardığı kanunların ülkemizde uzun süre kalıcı olduğunu, bu uzlaşmanın ilk
ürünü olan seçimlerin denetimi hakkındaki kanundan biliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder