Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da sunuyorum.
***
Başbakan Ahmet Davutoğlu ve belki bakanlar kurulunun
yarısını yanına alarak önceki gün bir basın toplantısı yaptı. Basın
toplantısında ekonomide dönüşüm programı adı verilen bir dizi yeni hedef açıklandı.
Bu açıklanan hedeflerden bir tanesi enerji konusunda olduğu
için bu yazının ilgi alanına giriyor. Başbakan Davutoğlu'nun açıklamasına göre
Türkiye, toplam enerji ihtiyacının yüzde 35'ini yerli kaynaklardan karşılamayı
hedefliyor.
Dün de yazdım, son rakam elimizde yok ama 2008 yılında
Türkiye kullandığı bütün enerjinin yüzde 72'sini ithal etmişti. Yani 2008'de
yerli kaynaklı enerji miktarı yüzde 28'deydi zaten.
Ancak benim tahminim bugün bu yüzde 28'lik yerli kaynağın
oransal olarak daha aşağı düştüğü; yani toplam enerji kullanımımızda ithal
enerjinin payı artmış olmalı.
Peki hükümet ne yapacak da yerli enerji kaynaklarının payı
yüzde 35'i bulacak? Bunu da söylüyor Davutoğlu: Kömür madenciliğine
yüklenilecek, linyit kaynaklarının daha iyi değerlendirilmesi için önlemler
alınacak.
Birkaç ay önce Soma'da, bugünlerde Ermenek'te yaşadığımız
facialar hatırlanacak olursa, kömüre yüklenmenin bedelinin çok ağır olduğunu da
görmeliyiz.
Ama burada sadece insan hayatından söz etmiyoruz; bir de
doğaya verdiğimiz zarar var, bunun en önemli kalemi de atmosfere salacağımız
sera gazları olacak.
Toplam enerji dediğimizde her şeyden söz ettiğimiz
unutulmasın; ancak kullandığımız enerjinin çok büyük bir bölümünü elektrik
üretmek için ithal ettiğimiz unutulmamalı. O yüzden, gelin biz yine bütün
enerji sektörü içinde elektrik üretiminde yoğunlaşalım.
Uluslararası Enerji Ajansı IEA'nın rakamlarına göre 2013'te
Türkiye elektriğinin yüzde 29'unu 'yenilenebilir kaynaklar'dan elde etti.
Toplam enerji tüketimimizin yüzde 25'ini hidroelektrik santrallardan elde
ettiğimiz elektrikle yaptık. Ben öyle saymasam da uluslararası literatürde
hidroelektrik santraldan gelen elektrik 'yenilenebilir kaynak' kabul ediliyor.
Evet 'yenilenebilir' kaynaktan gelen yüzde 29'un 25'i
barajlardan geldiğine göre, rüzgar ve jeotermalden gelen elektrik toplamın
yüzde 4'ünü oluşturuyor. Türkiye'de güneşten elektrik üretimi yok.
2013'te tükettiğimiz elektriğin yüzde 69'unun fosil
yakıtların yakılması suretiyle elde ettiğimizi hatırlayacak olursanız, hükümetin
planının bu payı küçültmek bir yana daha da arttırmak olduğunu görürsünüz.
Biz 2018 yılı için toplam enerjinin yüzde 35'ini yerli
kaynaklardan karşılama hedefi koyarken mesela Almanya 2020 yılı için toplam
elektrik üretiminin yüzde 35'ini yenilenebilir kaynaklardan elde etme hedefi
koymuştu ve bu hedefe 2017-18 civarında ulaşacakları anlaşılıyor. Üstelik
Almanya'da hidroelektrik santral kapasitesi de sınırlı olduğu için bu hedefe
rüzgar ve güneş enerjisiyle ulaşıyorlar.
Türkiye keşke kömüre yüklenmek yerine rüzgar ve çok bakir
olan güneşe yüklenmeye karar verseydi, '2018'e
kadar toplam elektriğimizin yüzde 10'unu rüzgar ve güneşten elde edeceğiz,
2023'te bunu yüzde 15'e çıkaracağız, 2050'ye kadar da elektriğin tamamını
yenilenebilir kaynaklardan elde edeceğiz' denseydi.
Peki bu başarılabilir mi? Gelin konuşalım...
Elektrik üretimine devlet teşviki... Neden gerekli?
Türkiye elektrik sektöründe taa başından beri en basit
teşvik modelini kullanıyor. Yani, özel sektörün üreteceği elektriğe belli bir
fiyattan ve belli bir süre boyunca alım garantisi veriyor.
Bu garantiler 90'lı yıllarda çok suiistimal edildi, doğal
gaz çevrim santrallarına verilen garantiler Türkiye'ye çok çektirdi, o yüzden
2001 krizi sonrası Hazine Müsteşarlığı yoğurdu bile üfleyerek yemeye başladı.
En son nükleer santral yapımı için bu alım ve fiyat garantisi yeniden devreye
girdi, tabii nükleerle birlikte diğer enerji yatırımları, en çok da
yenilenebilir enerjinin bundan faydalanması öngörüldü.
Biz bu babadan kalma teşvik yöntemini kullanırken Almanya
kendi teşvik modelini değiştirdi ve bugün bu yeni model sayesinde Almanya güneş
ve rüzgardan elektrik elde etme konusunda dünya lideri konuma geldi.
Bizde de Almanya'da da her gün sabah saatlerinde elektrik
fiyatını belirlemek üzere bir çeşit açık eksiltme yapılıyor. Devlet o günkü
enerji ihtiyacını söylüyor, üreticiler de elektriği kaç paradan vereceklerini.
Dolayısıyla elektriğin fiyatı her gün yeniden belirleniyor aslında.
Almanya'da teşvik sistemi devletin doğrudan bir elektrik
fiyatı belirleyip o fiyattan alım yapması yoluyla değil; hergün belirlenen opiyasa fiyatının üstüne bir prim verilmesi şeklinde çalışıyor. Bu prim de
elektriğin nasıl üretildiğine bağlı olarak değişiyor.
Yani, 50 MW'den büyük HES'lere ürettikleri kWs başına 3.33
Avro kuruştan 30 KW'ye kadar olan güneş paneli üretimine kWs başına 12.88 Avro
kuruşa, off-shore rüzgar santrallarında kWs başına 19 Avro kuruşa kadar değişen
farklı ödemeler söz konusu.
Belki bizim de, gerçekten rüzgarı ve güneşi teşvik etmek
istiyorsak, böyle bir teşvik sistemine geçmemizde fayda var.
Ama sadece teşvik yetmez; ortada ciddi teknik sorunlar da
var. Bunların en önde geleni bizim enerji nakil hatlarımızın kapasitesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder