Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
Hürriyet'te ilk yazım 23 Ekim 2010'da çıktı. O ilk yazının
başlığı da buydu: 'İyimser olmaktan
başka çaremiz var mı?'
Bu cümleye yansıyan şey, benim hayattaki en temel inancım.
Elbette hepimiz zaman zaman kötümserliğin girdabına
kapılıyoruz ama bu duygu ilanihaye süremez; sürmesi sağlıklı değildir.
***
Etrafımda pek çok kişi, derin bir ümitsizlik ve kötümserlik
içinde. Bu durumun sadece benim etrafımla sınırlı olmadığını da hissediyorum;
zaten başlı başına bir kötümserlik makinesi olarak çalışan sosyal medyaya şöyle
bir göz atmak bunu hissetmeye yeterli.
Bir yanda yaşadığı, 'evim'
dediği vatanını terk etmeye hazırlanan veya zaten terk etmiş olanlar; bir yanda
iktidardan şikayet edenler; bir yanda herhangi bir eleştirisini
küfürsüz/hakaretsiz dile getirirse o eleştirinin yetersiz kalacağından veya
yetersiz bulunacağından şüphe edenler...
Benim subjektif gözlemim ama görebildiğim kadarıyla
etraftaki kötümserliği esas besleyen şey siyaset.
Yakınılan, şikayet edilen ve zaten kötümser bir pozisyonda
olan bireylerin bu pozisyonlarını kuvvetlendirmek için dile getirdikleri
konuların tamamının haklı olduğunu varsaysak bile (ki ben farklı düşünüyorum)
yine de, 'Öldük bittik', 'Bu memleket
bitti' veya 'Artık burası düzelmez'
şeklinde özetlenebilecek siyasi tutumların insanın kendi kendisini depresyona
sokmaktan başka bir işe yaramayacağı görüşündeyim.
Daha da fenası şu bence: Etrafta başkaları bir küçük
iyimserlik, olumluluk belirtisi gösterdiğinde ona kızmak diye bir tutum da var
artık.
İyimserlik veya olumluluk belirtisinin siyasetle ilgisi
olması gerekmiyor, 'Bu yıl benim için
güzel bir yıldı' demeniz bile eleştirilmeniz, hatta sosyal anlamda dayak
yemeniz için yeterli gerekçeyi oluşturabiliyor.
***
Oysa siyaset de dahil olmak üzere hemen hemen her konuda
iyimser olmaktan başka çaremiz de yok.
Çünkü öbür türlüsü 'Ört
ki ölem' demektir; her türlü mücadelenin, mutsuzluğu giderme çabasının
anlamsızlığını iddia etmektir.
Diyelim ki, ülkede kötüye giden şeylerden şikayetçisin ve
mutsuzsun. Bu durumda bir kenarda durup sürekli şikayet etmek mi daha iyidir,
yoksa seni mutsuz eden şeyleri ortadan kaldırmak için mücadele etmek mi?
Britanyalı devlet adamı Churchill'e atfedilen meşhur laftır:
'Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz.'
Yarının bugünden daha güzel olacağına dair ümidini kaybeden
insan aslında her şeyini kaybetmiştir.
O ümittir bizi yaşatan, her sabah yataktan kaldıran...
İyimser olmaktan başka çaremiz yoktur.
Takvim insan icadı ama 1 Ocak yine de anlamlı
Doğanın takvimi yoktur; onun periyodları vardır. Gezegenimiz
4 milyar yıldan fazla zamandan beri güneşin etrafında eliptik yörüngesinde
dönüp duruyor, ona ne 2015 ne de 1 Ocak bir şey ifade eder.
Takvimi biz insanlar kendi hayatımızı kolaylaştırsın diye
icat ettik. Hatta birkaç kez icat ettik. Bir zamanlar yılın ilk günü 1 Mart'tı;
o yüzde arta kalan günler son ay olan Şubata atılmış, cüce ay ortaya öyle
çıkmıştı. Ama şimdi yılın ilk günü 1 Ocak. Bu takvime göre bugün de yılın son
günü.
Eski yıldan bir dileğimiz kalmadı; bir an önce bitmesinden
başka. Ama yeni yıla yeni ümitlerle, yeni dileklerle, hatta yeni projelerle
girmek fena bir fikir değil.
Dedim ya, ümittir yaşatan insanı, her sabah yataktan
kaldıran.
Bütün okuyucularıma sağlıklı, neşeli, mutlu ve en önemlisi
'Ört ki ölem' düşüncesini kafalarından kovalayacakları iyimser bir yıl dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder