Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da sunuyorum:
*
Türkiye'nin demokratikleşme ve özgürlüklerin önünü açma
perspektifinin en önemli motoru artık Avrupa Birliği değil, 'Çözüm süreci.'
Ve bu motor bir süreden beri rölantide çalışıyor, motordaki
güç bir türlü tekerleklere aktarılmıyor, araç ilerlemiyor.
Haa evet araç gerilemiyor da, veya motor stop etmiş de değil
ama biraz sonra açıklamaya çalışacağım sebeplerle bir türlü debriyaja basılıp motor
vitese alınmıyor.
Esasen araç bir hareket etse gideceği yol belli, yön belli.
Bu konuda karşılıklı mutabakat da mevcut. Ancak taraflar, harekete geçmek için
karşıdakinin güven verici hamleler yapmasını bekliyor.
Kürt tarafı açısından beklenti, ilk aşamada 'izleme kurulu' adı verilen bağımsız
kurulun oluşması, 'Öcalan'a sekreterya'
ve 'dağdan inişin önünü açacak yeni
yasal düzenlemeler' gibi unsurların hayata geçmesi.
Bu unsurlar aslında karşılıklı karara bağlanmış şeyler ama
bütün bunların (ve bazı başka adımların da) hayata geçmesi için hükümetin bir
ön şartı var: Kamu düzeninin kurulması.
Aslında 'kamu
düzeninin kurulması' basitçe asayişin sağlanmasının ötesinde anlamlar
içeriyor. Dün HaberTürk'te Muhsin Kızılkaya'nın analizinde de söylendiği gibi,
bu terimden temel kasıt, genel olarak 'PKK'
adı altında geçen bütün bileşenlerin bundan sonra siyaseti demokratik ve meşru
zeminde yapacağının, silaha veya diğer yasadışı yollara başvurmayacağının
garantisinin verilmesi.
Buna Cizre'de hendek kazmamak da dahil, Diyarbakır'da yol
kesmemek de, Kürt coğrafyasının dört bir yanında mahkemeler kurup adalet
dağıtmaya kalkışmamak da.
O bakımdan gelinen nokta PKK için ciddi bir yol ayrımı: Şu
an silahını bırakmasa dahi ne zaman bırakacağını açıklamak, yani nihayetinde
silahlı örgüt olmaktan çıkacağının garantisini verecek veya vermeyecek.
Bir daha söyleyeyim: PKK yarın sabah silahsızlanmak zorunda
değil belki ama sürecin bir noktasında tamamen silahsızlanacağına, bundan sonra
siyaseti demokratik yollarla yapacağına dair bir garantiyi verecek veya
vermeyecek.
Bu garanti bekleniyor.
Kürt siyasi hareketi için de yol ayrımı
Kürtler, dört ayrı ülkeye yayılmış nüfuslarıyla bugün
dünyanın en büyük devletsiz milletlerinden biri.
Salt bu durum bile, 'Wilson
Prensipleri'nin açıklandığı 1. Dünya Savaşı yıllarından bu yana Kürtlerin
kendi devletlerini aramalarına, kurmaya çalışmalarına teşvik eden yeterli bir
sebep.
İran Kürtleri bir çeşit federal yönetim altında, kısmi de
olsa kendi kendilerini yönetebiliyor. Irak Kürtleri kendi federal bölgelerinde
bağımsızlığın bir adım ötesinde duruyorlar. Suriye'de içsavaş şartlarında kısmi
özerklik görülüyor ama durum belirsizliğini sürdürüyor.
Türkiye'de ise durum diğer üç ülkeden çok farklı. Türkiye
üniter yapısından vazgeçmeden, eşit vatandaşlık ve yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi dahil demokratik hakların genişletilmesiyle Kürtlerin
kendilerini 'vatanlarında' hissetmesinin
sağlanabileceğini düşünüyor; 'Çözüm
süreci' bunun arayışı.
Gerek Irak'taki ve gerekse Suriye'deki gelişmeler
Türkiye'deki Kürt siyasi hareketini ve PKK'yı ister istemez etkiliyor,
özellikle Suriye'deki 'kurtarılmış
bölge'ler PKK'nın karar vermesini zorlaştırıyor.
Açıkçası, 'Pan-Kürdist'
olmaya devam etmekle geleceğini Türkiye ile birlikte aramak arasında bir karar
verecek geniş Kürt siyasi hareketi.
Bu bakımdan tarihi bir dönemeçteler.
Devlet refleksinin Cizre sınavı
Umarım İçişleri Bakanı Efgan
Ala son yaşadığı Cizre olayından kendine bir dizi sonuç çıkarmıştır.
Orada 14 yaşındaki çocuk öldüğünde 'devlet refleksi' ile İçişleri Bakanı, 'Polis orada bile değildi' dedi. Oysa bilgi aldığı kaynaklar,
özellikle de polisin kendisi onu yanıltıyordu.
Eskiden olsa o çocuk kim vurduya gitmiş olurdu; neyse ki
daha sonra Cizre'ye müfettiş gönderme basiretini gösterdi İçişleri Bakanlığı ve
sonuçta o cinayeti polislerin işlediğine dair görüntüler ortaya çıktı.
Umalım ki bundan sonra böyle devlet eliyle provokasyonlar
olmasın, kimse ölmesin. Ama olursa da hemen 'devlet refleksi' ile hareket edilmesin, olan şey sonuna kadar
araştırılsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder