Temmuz 2012, John Nash'le İstanbul'da Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusunda sohbette. |
Bir an kaldım öyle.
Aklım, 2012 yılı yaz aylarına kaydı hemen. O yaz İstanbul'da Bilgi Üniversitesi'nin ev sahipliğinde çok büyük bir toplantı yapıldı; dünyanın dört bir yanından Oyunlar Teorisi ile uğraşan matematikçi ve matematiksel iktisatçılar günlerce tartıştı, sunumlar yapıldı.
Bu büyük bilimsel kongrenin onur konuğu, Oyunlar Teorisi'ni henüz Princeton Üniversitesi'nda ikinci sınıf öğrencisiyken yazdığı bir makaleyle alabildiğine genişleten, hayat hikayesi hem A Beautiful Mind adlı bir kitaba hem de aynı isimli bir filme dönüştürülen John Nash'di.
Söylemesi ayıptır, kitabı daha Amerika'da çıktığı hafta okumaya başlamıştım. Kitabı okuduktan sonra o zamanlar çalıştığım Radikal gazetesinde kitapla ilgili çok sayıda yazı yazdım. Sonra kitabın filmi yapılınca ithalatçı şirket ben ve Radikal'den arkadaşlarım Uğur Gürses ile Ruhi Sanyer'e özel gösterim yapmış, filmi de ilk bize izletmişti.
Sohbeti 29 Temmuz 2012'de Hürriyet Pazar için yazmıştım, yazıyı aynen burada aktarmak istiyorum:
*
John Nash'in adını nereden biliyoruz?
Sizi bilmem ben onun adını ilk olarak 1998 yılında
okuduğum bir kitapta duydum. Kitabın adı 'A Beautiful Mind'dı.
Nobel ödüllü bir matematikçiydi. 'Matematik
Nobeli' diye bir ödül olmadığı için ekonomi dalında almıştı bu ünvanı.
Ödülü almasını sağlayan çalışmayı 50'li yıllarda
yapmıştı aslında ve 'uygulamalı matematik'in en ilginç dallarından birinde,
'Oyunlar Teorisi'nde bir çığır açmıştı. (Aynı teori üzerinde çalışan toplamda
sekiz kişi Nobel aldı, Nash bunlar arasında ilk matematikçiydi.)
Sonra uzun yıllarını ağır bir şizofreni hastası
olarak ve bilim yapamayarak geçirmişti. Gördüğü tedavi sonucunda, yeniden
matematik yapabilir hale gelmişti.
Olağanüstü bir hikaye, olağanüstü bir hayat,
olağanüstü başarıları ve çöküşleri aynı anda yaşayan bir insan hikayesiydi
okuduğum.
Sonra başrolünde Russel Crowe'un oynadığı filmi
yapıldı kitabın, Türkçeye 'Akıl Oyunları' diye çevirilen. Amerika New
Jersey'deki Princeton Üniversitesi sınırları dışında ancak meslektaşı bilim
insanlarınca tanınan John Nash birden dünyada herkesin bildiği tanıdığı bir
'rock yıldızı'na dönüştü.
İşte o 'rock yıldızı' matematikçi geçen hafta
boyunca İstanbul'da, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusünde yapılan ve
dünyanın dört bir yanından oyun teorisiyle uğraşan 600'den fazla ekonomist,
matematikçiyle birlikte çok yakınımızdaydı. Bütün hastalığı boyunca bir an
yanından ayrılmayıp onu hayata bağlayan eşi ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan
oğluyla birlikte.
Hakkında yazılan kitabı okumuş, filmi seyretmiş,
matematiğini kavramaya çalışmış biri olarak merak ediyordum, acaba nasıl
biriydi John Nash?
Bilgi Üniversitesi'nden uyardılar: Evet, Nash
benimle görüşecekti ama görüşmeye biraz fazla zaman ayırmalıydım, çünkü Nash
hem yaşlıydı hem de aslında hala hastaydı. O yüzden bazı şeylere dikkat etmeli
ve sabırlı/özenli olmalıydım.
Önce kaldığı otele gittik, orada lobide ayak üstü
tanıştık, beş on dakika birlikte vakit geçirdik, havadan sudan konuştuk. Sonra
birlikte Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusüne gittik. Yol boyunca da o
ve eşiyle havadan sudan sohbetimiz devam etti. İstanbulla ilgili turistik
bilgiler de vardı bu sohbette, siyaset de, biraz tarih de hatta.
Karşımda 84 yaşında ama neredeyse bir çocuk
saflığında her şeyi merak eden biri vardı. Çok basit şeyleri de merak ediyordu,
görece karmaşık şeyleri de. Aldığı cevapları tecrübesi ve matematiğin ona
öğrettiği keskin mantık penceresinden geçirip ya bir yorum yapıyor ya da yeni
bir soru soruyordu.
Evet yaşından ötürü yavaş yürüyordu ama kafasının
çalışma hızında çok da fazla bir eksilme yoktu. Çok ama sahiden çok alçak sesle
konuşuyordu, bazen kelimeler ağzında yuvarlanıyor, anlamak zor olabiliyordu ama
söyledikleri hep çok berrak şeylerdi.
Aslında sadece bugünle ilgili değil, geçmişle
ilgili görüşleri, hatıraları da son derece berraktı. Mesela sohbetimizin bir
yerinde ona oyun teorisinin kurucu babası John von Neumann'ı sordum. Onunla
hayatının son evresinde tanışmıştı.
Von Neumann'ın oyun teorisi bugünkü anlayışımıza
göre çok daha dardı. O daha çok 'toplamı sıfır olan oyunlar'ı incelemiş, o
oyunlarda 'denge'nin nasıl bulunabileceğine bakmıştı. Ama Nash toplamı sıfır
olmayan oyunlarda da denge bulunabileceğini kanıtlayarak oyun teorisininin
alanını ve geçerliğini çok genişleten insanlardan biriydi.
Acaba Von Neumann'da bir kıskançlık izi görmüş
müydü? Gülüyor bu soruma Nash, 'Bilmiyorum' diyor, 'Von Neumann farklı biriydi.
Kıskandıysa bile bunu belli etmedi.'
Von Neumann konuşup soğuk savaş konuşmamak olur
mu? Oyun teorisinin bu dünyanın hayatını en çok etkilediği o meşum nükleer
'denge' dönemi...
'Sovyetler'i bilmem ama Amerika tarafında, Soğuk
Savaş'a olabilecek her türlü yönden bilimsel yaklaşım arayışı vardı. Ve evet bu
bir oyundu, oyun teorisine göre oynanan. Ama unutmayın, bu oyunu bizim taraf
kazandı. Ve bence soğuk savaş her şeye rağmen çok da kötü sonuçlar doğurmadı.
Bilimsel ilerlememizin önemli bölümünü o dönemde yapılan/yaptırılan
araştırmalara borçluyuz.'
Gerçekten de oyun teorisi, Amerika ile Sovyetler
arasındaki nükleer savaşın kıyısında yaşanan onca yılda geniş bir kullanım
alanı buldu. Karşı tarafın 'rasyonel' olduğu varsayımıyla, onun gelecekteki
hamleleri tahmin edilmeye çalışıldı.
Soğuk savaş döneminin en barışçı ve nükleer
karşıtı matematikçilerinin bile çalışmaktan kendilerini alamadığı alanlardan
biri, eğer olursa bir nükleer saldırı anında havada olacak binlerce başlıktan
hangisinin gerçek hangisinin aldatmaca olduğunu tahmine çalışan bir algoritma
yaratmaktı. Acaba John Nash bu konuda çalışmış mıydı? 'Hayır' diyor Nash kesin
bir dille, 'Ben daha çok uygulamalı matematikte çalıştım o dönemde.'
Biraz daha geçmişten söz ediyoruz. Mesela kendisi
gibi ağır bir hasta olan, hayatının son yıllarını paranoyası nedeniyle evinden
dışarı çıkmadan geçiren büyük mantıkçı Kurt Gödel'den ve bir başka büyük
isimden, Albert Einstein'dan söz ediyoruz.
Gödel'le tanışmış Nash. 'Ama pek sosyal bir insan
değildi. Mantıkla bir dönem ilgilendim, o dönem matematik ve mantık konuştuk
ama onun dışında hiçbir konuşmamız olmadı' diyor, sonra benim soruyu hangi
amaçla sorduğumu anlamış gibi bir bakışla, 'Sonra zaten önce ofisinden çıkmaz
oldu, derken evine kapandı. Durumunu biliyorsunuz' diyor, gülüyor.
Ya Einstein? 'O çok insandı. Kapısı bizlere
açıktı, fazla merak edersek hemen bizi asistanı gibi çalıştırır iş yaptırırdı.'
Tarih sohbetiyle buzları iyice kırdıktan sonra
siyasete girebiliriz artık. Nash'in siyasi görüşleri benim ilgimi çekmiyor,
sizin de çekeceğini sanmam ama kendisi de bir 'oyun' olan siyaseti nasıl
izlediğini, kendi teorisinin izlerini görüp görmediğini merak ediyorum doğrusu.
'Buradan kendime veya başka bir oyun teoricisine
pay çıkartmam doğru olmaz. Evet siyaset bir oyun ama bu oyun, ortada bir oyun
teorisi yokken de, çok eskiden beri oynanıyor. Siyasetin kendi kuralları denen
şey, evet teoride öngörülen şeyler ama siyasetçiler binlerce yıldır bunu
teoriye bakarak yapmıyorlar, içgüdüleriyle, akılları oraya götürdüğü için
yapıyorlar. Siyasetin bir kısmı toplamı sıfır olan bir oyun ama çok çok daha büyük kısmı karşıt tarafların işbirliği
yapmasını gerektiren toplamı sıfırdan büyük bir oyun.'
Biraz kişisel konulara geçelim. Acaba ünlü olmak,
genellikle kendi odasında bir başına çalışan bir matematikçi için nasıl bir
şey? 'Beni etkilemiyor. Hayatta bazı şeyler var, yan etkileri oluyor kaçınılmaz
biçimde. Ün de öyle bir şey. Zaten kendimi rock yıldızı gibi de hissetmiyorum.'
Nash, hakkındaki filmden neredeyse nefret etmiş.
'Ben o filmde gösterilen insan değilim. Hastalığım doğru ama ilaç bağımlısı bir
deli değilim' diyor, biraz da sinirli biçimde.
Ya kitap? Kitabın yazarı Sylvia Nasar saygıdeğer
bir bilim yazarı olarak biliniyor. (Bu arada bir mini bilgi: Yazar Nasar, bir
zamanlar Uğur Mumcu'nun köşesinde adını çok geçirdiği Özbek asıllı CIA ajanı
Ruzi Nazar'ın da kızı.)
Nash acaba kitabı okumuş mu? 'Hayır' diyor,
'Tamamını okumadım. Ama şunu söyleyebilirim, kitaptaki pek çok şey de doğru
değil. Zaman zaman benden o kitabı imzalamamı istiyorlar, yapmıyorum.'
Hemen yanımda getirdiğim kitabı gösterip 'Ben de
isteyecektim ama vazgeçtim' diyorum, gülüyoruz.
Ben sormadan konuşuyor: 'Hem ben kendini
otobiyagrafisi yazılabilir biri olarak hala görmüyorum. Otobiyografi, insan
emekli olduğunda yazılır. Ben daha çalışıyorum. Üniversitem daha fazla asistan
verse daha iyi olacak, yapmam gereken çok şey var çünkü.'
84 yaşında, gözleri bir çocuğunki gibi parlayan,
çok ağır bir hastalıkla birlikte yaşamayı öğrenmiş bir adam Nash.
Ben yanından ayrılırken o Oyun Teorisi
konferansında izlemek istediği bir oturumu anlatmaya başlıyor.
*
Bu yazıda çok az adı ve sözü geçiyor ama sohbet boyunca John Nash'in eşi Alicia Nash de bizimle beraberdi.
Aslında John ve Alicia evlenip çocuk sahibi olduktan bir süre sonra boşanmışlar; boşanma sonrası John'un şizofresini ilerlemiş, hastanelik olmuş. Alicia, boşandığı kocasının yanında durmuş, ona bakmış, onu evine geri getirmiş ve o gün bugün de ayrılmamışlar. Ölüme de birlikte gittiler.
John Nash'in koruyucusu, bakıcısı, sevgilisi, can yoldaşı, her şeyiydi karısı Alicia. Birlikte öldüklerini duyduğumda da şaşırmadım; çünkü John Nash tek başına taksiye binecek biri değil; Alicia onu yalnız bırakmazdı.
İstanbul'daki sohbet öncesinde ve sırasında onunla da konuşmaya çalıştım; birkaç medeni cevap dışında bir şey alamadım; çünkü kendisini kocasına adamıştı ve ön plana çıkmak istemiyordu.
Ne John Nash ne de aslında karısı Alicia bu dünyada huzur bulabildiler. Umarım gittikleri yerde huzur içinde yatarlar.
Nash; ancak bu kadar insanî, bu kadar sıcacık anlatılabilir. İnsanlığınıza saygı, yazınıza teşekkür. Uğur Şahin
YanıtlaSil