Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum:
*
*
Başbakan ve Ak Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun pazartesi akşamki görüşmeleri sonrası
gazetelere bakıyorum.
Kimi bardağın dolu tarafına bakmış; kimi boş tarafına. Gece
yazısını bu görüşme uyarınca değiştiren yazarlarda da durum farklı değil.
Bana göre Hürriyet'in
görüşme sonucuna bakışı doğru bakıştı; şu an için en önemli konu iki parti
arasında iplerin kopmamış olması.
Ama ip yerinde duruyor diye koalisyon kesinleşmiş değil;
tersi de kesinleşmiş değil.
Bana soracak olursanız, bu saatten sonra iki partinin ortak
hükümet kurmamayı seçmenine anlatması çok zor. Hatta o kadar zor ki;
birbirleriyle kurmayı anlatmaktan daha zor.
İki liderin el sıkışıp sonra da 'Tamam, iki güne kadar bakanlar kurulu listesini de Cumhurbaşkanının
onayına sunarız' demesinin önündeki engel ne? Siyasi anlaşmazlıklar mı,
psikolojik anlaşmazlıklar mı, tarihten gelen derin yarılma mı?
Aradığınız zaman üç başlığa dair yeterince malzeme
bulursunuz; yani bardağın boş tarafını görmek daha kolay.
Taa 100 yıl önceye, İttihat Terakki-Hürriyet ve İtilaf
günlerine dönmemize gerek yok. Son 13 yıldır bugün bir masada ortak olmak için
konuşan partilerden biri iktidardaydı diğeri muhalefette. Ve birbirlerine
demediklerini bırakmadılar.
Bugün iki partiye oy veren seçmenler bile birbirlerine küs
durumdaysa, ortada ciddi bir kutuplaşma hali var demektir ve kutuplaşmanın
kaynağında bu iki parti var. (Bazıları bana kızıyor CHP'yi de kutuplaşmanın
kaynağı olarak gösteriyorum diye ama unutmayın, iki kutup olmadan kutuplaşma
olmaz!)
İki kutbun yanyana gelip ülke yönetmesinin önündeki yegane
engel tarihten gelen ayrılık değil; işin bir de psikolojik boyutu var. O boyut,
son 13 yıldır iktidarı tek başına kullanmaya alışmış olan Ak Parti'nin iktidarını
paylaşmak istememesinde ve 13 yıl boyunca 'devlet'i
temsil ederek muhalefet yapmış CHP'nin şimdi siyaseti neredeyse tu-kaka
görmesinde tezahür ediyor.
Sokaktaki insana çok da bir şey ifade etmeyen bu ayrılık
noktalarını aşmak, yani bardağın dolu değil boş tarafına bakmakta ısrardan
kurtulmak için son iki gündeyiz. Liderler ya liderlik edecek, yani risk alacak
ya da sağlam oynayacaklar, 'Bardağın boş
tarafı bizim için daha önemli' diyecekler.
Bu 'Bardağın boş
tarafı' meselesini aşmak ama aşarken de bunu kurumsallaştırmak amacıyla Ak
Parti cephesinde geliştirilen formül, 'Sınırlı
sorumlu reform hükümeti' formülü.
Yani sınırlı bir süre için, sınırlı hedeflere ulaşmak ve
nihayetinde elbette ülkeyi seçime götürmek için bir ortaklık kurulacak.
Ortaklık olacak ama ortaklar, anlaşmaya varılan sınırlı konuların dışındaki
alanlarda alabildiğine bağımsız hareket edecekler.
Bu formülün sakıncaları saymakla bitecek gibi değil;
başarısız olacağını öngörmek için de kahin olmaya gerek yok.
Umalım bu iki günde rasyonel düşünme biçimi iki partide de
hakim olsun.
Masayı deviren taraf olmamak
Herkes 'Erken seçime
gidiyoruz' derken ben bu köşede, 'Seçimin
maliyeti özellikle Ak Parti için yüksek olur, koalisyon şansı daha yüksek'
diyordum.
Bugün geldiğimiz noktada hala aynı şeyi söylüyorum. Elbette
erken seçime gitmek diye bir seçenek hala var; ihtimal ortadan kalkmış değil
ama Ak Parti ile CHP'nin ortaklık masasını deviren taraf olmamak için
gösterdikleri çaba da mutlaka not edilmeli.
Özellikle CHP'nin masadan kalkan taraf olmamak için daha
fazla çaba sarf ettiği, deyim yerindeyse 'Taktik
disiplinden kopmayan takım oyunu' oynadığı dikkatlerden kaçmıyor.
Bazı kökten muhaliflerin, özellikle de sosyal medya
kalemşorlarının hoşuna gitmese de bu çaba, CHP'yi iktidar ortağı yapmakla
kalmaz, vereceği 'İktidara gelmekten
çekinmeyen, Türkiye'yi yönetmeye talip' imajıyla geleceğin iktidar adayı da
yapar.
Şu ana kadar CHP, iktidara gelmek istediğini fazlasıyla
gösterdi. Şimdi sıra Ak Parti'nin 13 yılın ardından iktidarını paylaşmaya hazır
olup olmadığını görmekte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder