Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum:
*
Suriye'deki iç savaş yıllardır devam ediyor. Geçen yıl da
Türkiye'de iki milyona yakın Suriyeli mülteci vardı.
Peki geçen yıl o Suriyeli mülteciler botlara binip Yunan
adalarına gitmek için bugünküne benzer bir kitlesel çaba içinde neden değildi?
Neden geçen yaz Bodrum'da, Ayvalık'da, Kuşadası'nda, Çeşme'de parklarda
sokaklarda yatan Suriyeliler görmüyorduk da bu yaz başından beri görüyoruz?
Bu sorunun bunca aydır Türk ve dünya basınında hiç
sorulmamış olması, Suriyeli mültecilerin minik şişme botlarla yola çıkmalarının
haberleri, röportajları, hatta belgeselleri yapılırken bu insanların ansızın
neden deniz kenarına geldiklerinin merak edilmemesi neden acaba?
Oysa bu soruyu sorsak, özellikle iki Avrupa ülkesinin,
ismiyle söyleyelim, Hollanda ve İsveç'in sebep olduğu bu dramı
konuşmaya başlayacak dünya. Ama hayır, biz soruyu sormak yerine gözümüzün
önündeki dramı konuşuyoruz, ağlıyoruz, dövünüyoruz, üzülüyoruz, suçluyoruz.
Hollanda ve İsveç bir süre önce, Suriyeli mültecilere, 'Eğer buraya kadar gelebilirseniz sizi
kabul edeceğiz' dedi.
Bu cümlenin duyulmasıyla önce Türkiye'nin Ege kıyılarına bir
akın başladı. Buradaki insan tacirleri, pek çok kişinin de ölmesi pahasına
mültecileri Yunan adalarına taşımaya başladı.
Dikkat edin, bu insan kaçakçılığını önlemek için ne Türk
sahil güvenliği ne Yunan sahil güvenliği bir şey yapıyor. Güpe gündüz botlara
doluşan insanlar, Bodrum'da Bitez'den Akyarlar'dan yola çıkıyor, karşıdaki
Kos'a ulaşıyor.
Hadi diyelim Türkiye yeterince iyi niyetli değil,
mültecilerden de kurtulmak istiyor zaten, gidenlere ses çıkarmıyor. Peki ya
Yunanistan? Onlar da gelenlere ses çıkarmıyor; çünkü mültecilerin ülkelerinde
kalıcı olmadığını biliyor.
Bir biçimde ve çilelerden sonra Yunanistan ana karasına
ulaşan mülteciler bu kez Makedonya sınırına yığılıyor. Başta oradan da kolayca
geçiyor, Üsküp'teki tren istasyonuna ulaşıyorlardı. Ama Makedonya sınırı
kapattı, mültecilere biber gazı sıktı. Şimdi benzer bir dram Macaristan'da
yaşanıyor, oraya kadar ulaşmayı başaranlar tren istasyonunda bekliyor
günlerdir.
Bu geçiş ülkelerinin tamamı büyük bir ikiyüzlülük içinde.
Hollanda ve İsveç ise ulaşım için sesini çıkartmıyor. Macaristan'daki ve
Makedonya'daki mülteciler yeniden bir Schengen ülkesine adım atabilmeye
uğraşıyorlar; çünkü o zaman engellenmeden Hollanda veya İsveç'e kadar
ulaşacaklar.
Belki bazılarının parası var; Yunanistan'dan uçağa binip
gidiyorlar ama ezici çoğunluğun ayağında ayakkabısı bile yok ve Avrupa'yı
baştan başa yürümeyi göze almış durumdalar; yanlarında üç yaşındaki
çocuklarıyla üstelik.
Bu dramı sona erdirmenin bir tane yolu var: Suriye'deki iç
savaşın bitmesi.
Avrupa bunu düşüneceğine, Suriye'ye yeniden iç barışı
getirmek için çaba sarf edeceğine inanılmaz bir ikiyüzlülükle küçük çocuklar
dahil insanların ölmesini izliyor.
PKK-HDP polemiğini izlemek...
Birkaç haftadır, daha önce tanık olmadığımız ilginç bir
durumla karşı karşıyayız; PKK ile HDP arasında bir polemik yaşanıyor.
Seçim sonrasında başlamıştı ama son dönemde daha da arttı,
PKK yöneticileri HDP'yi neredeyse Ak Parti ile bir hükümet kurulmasına zemin
oluşturmadıkları için suçluyorlar.
HDP yönetimi ise uzunca bir süre pek bir şey demedikten
sonra PKK'yı teröre başvurduğu için eleştirmeye başladı. Bu eleştirileri
yeterince kuvvetli bulmayanlar var, hatta samimiyetinden şüphe edenler var ama
unutmayın böyle bir şeye daha önce tanık olmadık.
Bir yandan hergün şehit haberleri, terör saldırısı
haberleri, insafsızca öldürülen 13 yaşındaki çocuk haberleri gelirken bu
polemiğin sonunun nereye varacağını da merak ediyorum.
Bir başka merakım, başlayan teröre gerekçe olarak gösterilen
unsurlardan biri olan Abdullah Öcalan'ın hangi gün hangi noktada devreye
gireceği, girip girmeyeceğiz... (Malum, PKK Öcalan'ın 'tecrit' altında olduğunu iddia ediyor. Aynı Öcalan 2012
sonbaharında da 'tecrit'teydi ama bu
onun bir mektup yazıp açlık grevlerini bitirmesine ve çözüm sürecini başlatan
adımı atmasına engel olmadı.)
1 Kasıma kadar daha çok şey yaşayacağız anlaşılan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder