2 Eylül Çarşamba günü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum:
*
*
Biz bugünü dün yaşadık aslında. Bugünkü temel bölünmemizi
de, tartışmalarımızı da, medya ortamını da çok değil 25 yıl önce görmüştük.
Turgut Özal'ı
alın. Özal'ın Türkiye'de siyasete damgasını vurduğu 1983-93 arasını
hatırlayanlar çıkacaktır. Eğer bu 10 yıla bakarsanız, aradığınız bütün Turgut
Özal'ları bir arada görürsünüz; meşrebinize göre bir tanesini seçer kendinize
bugün için araç yapabilirsiniz.
Mesela Özal Kürt meselesinde barıştan mı yanaydı savaştan
mı? Ararsanız en şahin Özal'ı da bulursunuz, 'Bunlar gündüz külahlı gece silahlı' diyen, köy koruculuğunu icat
eden... Yine ararsanız Kürt sorununa çözüm arayan, PKK ile dolaylı görüşmeler
yapan Özal'ı da bulursunuz.
Peki Özal demokrat mıydı, demokrasiye inanıyor muydu?
Aramanıza bile gerek yok, referandumda siyasi hakların iadesine hayır
kampanyası yapabilmiş birinden söz ediyoruz, polis kanununu çıkarmış birinden
söz ediyoruz, terörle mücadele kanununu çıkarmış birinden söz ediyoruz. Söz
düzeyinde hep demokrasiyi savunmasına rağmen Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu
demokratik dönüşüme pek az katkı vermiş biriydi Özal.
Biz siyasi analizciler, gazeteciler, köşe yazarları böyle
detaylarla yargı oluşturuyoruz ama acaba vatandaş yargısını nasıl oluşturuyor?
Subjektif bir gözlem belki ama benim kanaatim, vatandaşın
bir siyasetçi için yargısını oluştururken bu detaylar yerine büyük resme
baktığı yönünde. O büyük resim de siyasetçinin değiştirici/dönüştürücü olup
olmadığıyla ilgili. Vatandaş küçük gelgitlere takılmıyor, genel yönelime
bakıyor ve eğer siyasetçi değişimin motoru olmaya devam ediyorsa ona olan
kredisini sürdürüyor.
Değişimin motoru olmaktan kasıt da, toplumun en
altındakilerden başlayarak herkese yeni bir hayat imkanı vermek... Buna
özgürlüklerin genişlemesi de dahil ekonomik haklar da...
Ak Parti ve Recep
Tayyip Erdoğan iktidara Özal'dan 10 yıl sonra geldiler. Türkiye 10 yıl
boyunca değişimci/dönüşümcü aktörünü beklemişti; Ak Parti ve Erdoğan bu
beklentiyi uzunca bir süre karşıladı.
Peki bugün durum ne? Ak Parti ve onun resmi değilse de fiili
lideri Tayyip Erdoğan hala değişimci/dönüşümcü mü?
En azından şunu söylemek lazım: Eskisi kadar değil!
7 Haziran seçiminde Kürt seçmenin ansızın bu partiyi bu
şekilde terk etmesi, en önce Kürtlerin Ak Parti'nin değişimci/dönüşümcü
olmasından ümidi kestiğini gösteriyor bana göre.
Şimdi yeniden seçime gidiyoruz. Ak Parti yeniden reformcu,
toplumun en altındakileri önceleyen ve onlara siyasi hakları ve özgürlükleri
dahil pek çok şeyi vaat eden bir parti mi olacak, yoksa toplumu
istikrarsızlıkla korkutup oy isteyen bir parti mi?
Eğer ikincisi olacaksa, bu parti yetkililerinin umduğu oy
artışını sağlayamayacağını, hatta mevcut oy kanamasını bile durduramayacağını
söylemek gerek.
Büyük resimden benim gördüğüm budur.
Ak Parti kazanamayınca muhalefet kazanmış mı olacak?
Bu biraz bizim okul tarih kitaplarındaki '1. Dünya Savaşında Almanya yenilinci biz
de yenilmiş sayıldık' avuntusuna benziyor.
7 Haziranda gördük; Ak Parti kazanamadı ama muhalefet de kazanmış
olmadı. Büyük ihtimalle yine aynısı olacak; Ak Parti kazanamayacak ama
muhalefet de kazanmış olmayacak.
Ak Parti'siz koalisyon kurulamayacak ve bu koalisyonlardan
en büyük zararı da Ak Parti görecek, çünkü eğer yeniden reformcu bir parti
olmaya dönmek için küçük bir ümit varsa bile o da koalisyon döneminde yok
olacak.
Seçim erteleme zırvaları
Aynı insanın aynı anda şu iki cümleyi söylemesi mantıken
mümkün mü?
1. Cümle: 'Seçime
Tayyip Erdoğan yüzünden gidiyoruz, hatta Erdoğan PKK ile savaşı da bu sebeple
başlattı, HDP'yi barajın altına itmek istiyor.'
2. Cümle: 'Ak Parti
ve Tayyip Erdoğan savaş yüzünden seçimi 1 yıl erteleyecekler.'
Daha bir hafta önce seçim kararı almış ama bugün fikrini
değiştirmiş seçimi erteleyecek, öyle mi?
Kaldı ki, 'Savaş
halinde seçimler bir yıl geri bırakılabilir' diyen Anayasa hükmü
cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen bir seçimi kapsamaz zaten; orada kasıt
normal zamanında yapılacak bir seçimin ertelenip Meclis'in görev süresinin
uzatılması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder