Galiba en son 20 yıl önce kendimden memnundum. Kilom 80 bile
değildi; haftada üç gün ciddi basketbol oynuyor, yanısıra güç idmanları
yapıyordum.
Sonra ağır ağır spor eksilmeye başladı hayatımdan, derken
kilolar geldi. 90'ların sonunda, 'Eski
güzel günlere dönme özlemi' başlamıştı; ara ara yapılan diyetler, sporu
yeniden hayatıma sokma çabası.
Son 16-17 yılım durup durup 'Kilo vermeliyim' demem, bir diyete başlamam ve sonunda da
başladığım kilonun bile üstünde bir kiloya çıkmamla geçti.
Bir gün kendimi Prof.
Dr. Osman Müftüoğlu ile telefonda konuşurken buldum. Bir gece önce beni
televizyonda görmüş ve gördüğü şeyden memnun kalmamıştı, "Gözüme iyi gözükmedin, sen bir bana gel" diyordu.
Gittim. Ayrıntılı tahliller, şeker yüklemeleri, damar yaşımı
ortaya çıkaran tansiyon ölçümleri ve en son da kas/yağ oranımı da söyleyen
tartı.
Kara haber geliyor
Osman Müftüoğlu, bütün tatlı dilliliğiyle bana önce insülin
direncinin ne demek olduğunu anlattı, sonra da bendeki insülin direncini
rakamlarıyla gösterdi. Karaciğerimde ciddi yağlanma vardı. Yağ oranım yüzde
30'un çok üzerindeydi ve ben 118 kiloydum.
Birkaç hafta önce 124'ü gördüğümü ve o yüzden 'yeme içme hayatımı sona erdirdiğimi'
söylemeye utandım.
Müftüoğlu kibarca ciddi sağlık sorunlarının kapıda olduğunu
söylüyor ve tatlı tatlı beni diyet yapmaya ama daha önemlisi spora yeniden
ciddi ciddi başlamaya ikna etmeye çalışıyordu.
Sayesinde daha önce yapmadığım bir şeyi yaptım, yürüyüşü bir
spor olarak benimsedim, bana önerdiği diyeti de bir süre yaptım, sonra
bıraktım, sonra başka diyetler yaptım, onları da bıraktım, başkalarını
yaptım...
Diyetler arası sörf
Hayatımın o dönemi diyetler arası sörf yapma dönemiydi. İki
sörf dalgası arasında ise neredeyse intikam alır gibi yiyordum ama neyse ki
yürüyüş hayatımda kalmıştı.
İte kaka 100 kilo sınırına geliyor, sonra yeniden 105-108
civarına çıkıyor, yeniden ite kaka 100 sınırına geriliyordum. Bir türlü 99'u
göremiyordum; ki aslında gitmem gereken yer 81-83 aralığıydı.
Bu, bugün hatırlamak bile istemediğim dönemde bir yandan da
kilo alma/zayıflama mekanizmalarıyla ilgili yerli yabancı kaynaklardan ne
bulsam okuyordum; neredeyse bu işin ilmini yaptım diyebilirim.
O kadar ki, benim verdiğim akıllarla kilo veren arkadaşlarım
oldu, ben başaramadım. Tam dediğini yap, yaptığını yapma durumu.
Neyse lafı fazla uzatmayayım, taa bu yazıların en başında
yazdığım o 6 Ekim 2014 sabahına vardım; tartıda kendimi 112.2 kilo gördüğüm,
kendimden utandığım ve nefret ettiğim o sabaha.
Önce Atkins diyeti
Böyle durumlarda benim ilk yaptığım hemen karbonhidratı
sıfırlamak olur. Sadece protein ve su ile beslenmek. İki hafta bunu yaptım;
birden yeniden 103-104 aralığına indim.
Bu yaptığım Amerikalıların meşhur 'Atkins diyeti.' Burada sorun, devamını getirememek; daha sonraki
dönemde sınırlı bir karbonhidrat alımı gerekiyor ama ben bunu beceremiyorum.
Neyse bu sefer bir büyük geri dönüş olmadı, çok az da olsa
kilo verdim, 101 kiloya geldim.
O güne kadar yiyecek denince proteinler ve karbonhidratları
bilirdim. Yağlar konusu zaten az yenmesi gereken, ihmal edilebilir bir konuydu.
5:2 diyeti
Ama şans bu ya, tam o dönemde, yağların (doymamış yağların)
o kadar da kötü olmadığına, hatta sağlıklı bir diyette iyi bir kalori kaynağı
olduğuna dair, biraz da Amerikan sağlık ve diyet endüstrisinin geçmişiyle hesaplaşır
nitelikte yazılar okumaya başladım. Okuduklarım ikna edici gelmeye başlamıştı.
Yine tam o dönemde, Britanya'nın yayın kuruluşu BBC üç
bölümlük bir haber/belgesel programı yaptı, 5:2 diyeti hakkında.
Bir sürü sağlık kazancını bir arada getirdiğini öne süren bu
diyet, kabaca 5 gün normal yemeyi, kalan 2 gün ise 500 kaloriyi aşmayan bir 'açlık diyeti' uygulamayı öneriyordu.
BBC'nin programı bu diyeti savunanların iddialarını sorguluyordu.
"Bunu da denesem
mi" diye düşünürken aslında hala kafamda kalori hesapları vardı. Hala
yediklerimin kalorisini hesaplıyor, kendimi 2200 kalori civarında sınırlamaya
çalışıyordum.
Ve aydınlanma geliyor
Gerçek aydınlanma, Eve
Schaub adlı bir kadının yazdığı 'Year
of No Sugar: A Memoir - Sekersiz Yıl: Anılar' adlı kitabı hakkında bir
videoyu izlememle başladı. Bir kadın, kocası ve iki çocuğunu da ikna etmiş,
şeker yemeden bir yıl geçirmişlerdi.
Sadece sofra şekeri değil, markette satılan yiyeceklerin
içine gizlenmiş şekeri de yememişlerdi. Aynı miktarda kalori almış olmalarına
rağmen hem kilo vermişler hem de bütün kan değerleri de olumlu yönde
değişmişti. (Hatta saçları ve ciltleri bile güzelleşmişti söylediklerine göre.)
Önce sadece şekeri hayatımdan çıkararak başladım; sonra daha
da ince bir noktaya inip düşük glisemik endeksli gıdalara geçtim, doymamış
yağlarla ilgili bariyerimi kaldırdım, diyetimde yağlara yer açtım ve birden
kendimi neredeyse hiç uğraşmadan 100 kilonun altında buldum.
Ardından Timothy Ferris'in daha önce sözünü ettiğim
kitabından etkilendim ve bugünkü noktama, 92 kiloya kadar geldim. Düzenli
yürüyüşlere Ferris sayesinde vücudumun üst kısmına kas ekleyecek sporları da
ekledim.
Amacım, önümüzdeki yıl bu vakitler 81 kilo olmak ve hep
81-83 aralığında kalmak.
Az öğün yemek
Doktorlar kızıyor, ben de kimseye tavsiye etmiyorum ama
hayatımdan şekeri çıkardıktan sonra neredeyse kendiliğinden kahvaltı dışında
günde tek öğüne düştüm.
Eskiden kahvaltı hiç yapmazdım; şimdi sabahları uyandıktan
sonra ilk 45 dakika içinde mutlaka bir protein yemeye dikkat ediyorum. Sonra
taa akşamüzeri, yeniden yemek yiyorum.
Yazın bunu nasıl sürdürürüm, yapabilir miyim bilmiyorum. Çok
da takmıyorum. Ama şimdilik halimden memnunum, öyle açlık falan çektiğim de
yok.
Bir sohbet sırasında Harvard'da obezite ve Tip 2 diyabet
üzerine önemli çalışmaları olan Prof.
Dr. Gökhan Hotamışlıgil, "Her öğün karaciğer üzerinde bir stres
yaratır" demişti; "Bu
strese de karaciğer bir yere kadar dayanır. Aşırı yemek, stresi artırır, karaciğer
hücrelerinin fonksiyonlarını kaybetmesine sebep olur."
Ben de, neden az defa yediğimi soranlara hep bu sohbeti
aktarıyor, "Karaciğerimi daha az
strese sokuyorum" diyorum. Gökhan Hoca kızacak ama kendime böyle bir
meşrulaştırma yolu buldum davranışımı.
Amerika yanılınca biz de yanılmış sayıldık
İki yıl önce, Domingo Yayınlarından Türkçesi de çıkan Sidhartha Mukherjee tarafından yazılmış
'Tüm Hastalıkların Şahı Kanser' adlı
tuğla gibi bir kitabı bir solukta okumuş, dehşete kapılmıştım.
Hoş kanser hakkında, üstelik tuğla kalınlığında bir kitap
okuduğumu görenler de ayrıca dehşete kapılıyordu ama mesele şuydu: 'İnsanlığın kansere çare arayışı'
dediğimiz şey, aslında Amerikalı doktorların arayışı ve orada da bu arayış
garip halkla ilişkiler lobileri, ilaç endüstrisi, siyasi yönlendirmeler gibi
şeyler yüzünden çok zigzaglı yollar izlemiş, hatta bugün ciddi bir pişmanlığın
konusu, çünkü arada yanlış yollara girilmiş ve bu yanlış görüle görüle orada
ısrar edilmiş, başka bakış açıları baskılanmış, mesela kanserle genetik
arasındaki ilişki, kanserli hücrenin genetiği konusu görece yakın zamana kadar
araştırılmamış bile.
Benzer bir durum kalp-damar hastalıkları konusunda da var. Bir
görüşün ('kalp hastalıklarına yağ
tüketimi yol açıyor') Amerika'da ağırlık kazanması, o görüşü dünya çapında
geçerli yapmış ve dünya belki 50 yılını bu yüzden kaybetmiş. Bu arada Amerika'da
yağların yerini şekerin almasının yarattığı büyük hasarla Türkiye dahil
dünyanın bütün ülkelerinin sağlık sistemleri uğraşmak zorunda.
Sağlıklı zayıflamak için 10 altın kural
1. Aldığınız kalori
miktarı kadar o kalorilerin kaynağı da önemli. Kalorileriniz şekerden gelmesin.
2. Yemekleriniz evde pişsin; yediklerinizin en az üçte biri
sebze olsun.
3. Ekmekten, tam
buğday unu bile olsa unla yapılan her şeyden mümkün olduğunca uzak durun.
'Ekmeksiz yapamam' diyorsanız, hiç değilse beyaz ekmeğe elinizi sürmeyin,
kepekli bile değil tam buğday unundan veya çavdardan yapılmış ekmeği tercih
edin.
4. Sabah uyandıktan sonra ilk 45 dakika içinde proteinden
oluşan bir kahvaltı yapmak kilo verme hızınızı arttıracak.
5. Baklagilleri,
mercimeği haftada birkaç öğün tüketin.
6. Bakkalda markette 'Sağlıklı' veya 'Tamamen doğal' diye
satılan bütün hazır yiyecek ve soslara şüpheyle yaklaşın, mutlaka etiketlerini
kontrol edin, içinde şeker veya şeker yerine geçen şeyler görürseniz almayın.
7. Bakkaldan
marketten aldığınız hazır veya yarı hazır bütün gıdaların paketlerini mutlaka
okuyun, içinde şeker veya şeker işlevi gören (tatlandırıcı dahil) şeyler
olanları almayın.
8. Soda dışında hiçbir gazlı içeceği tüketmeyin, meyve suyu
içmeyin... (Merak eden 'meyveli' sodaların etiketine bir baksın, bu içeceğin
içerdiği şekere ve dolayısıyla kaloriye inanamayacaksınız.) En çok 'sağlıklı'
diye, 'Doğal' diye satılan içeceklerden korkun.
9. Spor yapın.
Mutlaka haftada en az 70 bin adım atın ama bunun yanına vücudunuzun üst
kısmındaki kasları güçlendirecek sporları da ekleyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder