Dünyada çok ama sahiden çok büyük bir diyet endüstrisi var.
Ülkemizde de öyle.
Fakat ben, bunca yıl içinde bunca diyet reçetesi ve tekniği
okudum, bunlardan hiçbiri Hürriyet yazarı Prof.
Dr. Osman Müftüoğlu'nun önerdiği temel diyet kadar iyi ve doğru değildi.
Hatırlayın, Osman Müftüoğlu yıllardır zayıflamak isteyenlere
aslında tek bir cümle ile öğüt veriyor: "Ne
kadar yiyorsan yarısı, ne kadar hareket ediyorsan iki katı..."
Evet, gerçekten de, eğer hareket etmiyorsanız, eğer kas
yapıcı sporların yakınından bile geçmiyorsanız, açlık diyetine bile girseniz
sonunda başladığınızdan daha fazla kiloyla bitirirsiniz.
Hareket etmiyorsanız yiyeceğinizi kıstığınızda yağın
yanısıra kas da kaybedersiniz; bir süre sonra kaybettiğiniz kaslar yüzünden
metabolik hızınız düşer ve yemeyi (geçmişe göre) kıstığınız halde kilo almaya
başlarsınız.
Burada aldığınız kalori miktarını illa düşürmeyi
önermiyorum; benim tavsiyem kalorilerin kaynağını değiştirmeniz. Ama illa diyet
öncesine göre kalori de kısıtlamak istiyorsanız, yüzde 10-15'ten fazla kalori
azaltmanızı önermem; sanırım hiçbir doktor da bunu önermiyor.
(Benim vakamda, nedenini bilmiyorum ama, kendiliğinden bir
kalori kısıtlaması da oldu. Amacım ve niyetim bu değildi ama kendimi günde iki
öğün yerken buldum. Epeydir, kendimi zorlasam da üçüncü öğünü yiyemiyorum.
Bazen iş gereği öğlen yemeğine katılıyorum, o zaman akşamlarımı bir minik
yoğurt veya bir avuç ceviz vs ile geçiyorum. Eskiden 2500-3000 kaloriyi bulan
günlük tüketimim tahminimce 1900-2000 arasına düştü; oysa 2200'ü hedeflemiştim,
çünkü 'bazal metabolizma'mın bu
kadar yaktığı hesaplanmıştı.)
Sabahları uyandıktan sonra ilk 45 dakika içinde bir protein
yemek ile yememek arasında çok büyük fark olduğunu gördüm. Sabahları genellikle
iki haşlanmış yumurta yiyorum ve bu benim kilo kaybımı hızlandırıyor. Üç
yumurtalı ama yumurtalardan sadece birinin sarısının kullanıldığı çok az beyaz
peynirli omleti de tavsiye ederim sabah kahvaltısı olarak. (Sonradan öğrendim,
vücut proteinleri 'kırmak' için
karbonhidratlara göre 10 kat daha fazla enerji/zaman harcıyormuş.)
Haftada beş gün tempolu uzun yürüyüşler yapıyorum. Benim
parkurum 8 kilometre ve ben bunu kabaca 1 saat 10 dakika civarında yürüyorum.
Daha kısa yürünebilir elbette ama bence 5 kilometreden aşağıya düşmemek ve
tempoyu yüksek tutmak gerek. (Eskiden bu 8 km'lik parkurda her 500 metrede bir
150-200 metreyi koşardım, dizimdeki bir sakatlık yüzünden çok özlesem de artık
koşamıyorum. 'Interval training' adı
verilen bu yöntem yürüyüşleri daha verimli hale getiriyor.)
Sadece yürüyüş değil. Öncesinde 10 ve sonrasında 20 dakikayı
bulan esneme-gerilme hareketlerini öğrenmek ve hakkını vererek yapmak çok
önemli. Bana bu yaşımda yürüyüşün kendisi kadar önemli geliyor, çünkü insan yaş
aldıkça esnekliğini de kaybediyor.
Her ne kadar insanın kaslarının önemli bir bölümü bel ve
altında toplanıyorsa da, benim için karın ve bel kaslarımı güçlü tutmak çok
önemli; çünkü 30 yıldır bel fıtığı riskiyle yaşıyorum; onu fıtık haline
getirtmemeyi karın ve bel kaslarım sayesinde başardım. Eskiden karın ve bel
için klasik mekik hareketlerini yapardım; dün sözünü ettiğim Timothy Ferris'in 'The 4 Hour Body' kitabında 20 kiloya kadar varan bir ağırlıkla
(ben hala 8 kg kullanıyorum) yapılan 'Russian
swing' denen hareketi bir antrenörden adam gibi öğrenip haftada üç gün evde
yapmaya başladım, çok daha iyi geliyor. Ayrıca artık galiba kimse mekik
yapmıyor, onun yerine 'planking' adı
verilen hareket çok daha iyi. Önce 30 saniyeden iki tekrarla başlayın, sonra
uzatabildiğiniz kadar uzatın süreyi, nasıl olsa 2 dakikayı geçemeyeceksiniz.
Yürüyüş yapmadığım günler, bu aralar Osman Müftüoğlu'nun da
köşesinde tanıtmaya başladığı 'squat'
(çömelme) adlı hareketi yapıyorum; 30'ardan iki tekrar diye başladım, şimdi üç
tekrar yapıyorum. 'Squat'ı doğru
yapmak önemli; merak edene YouTube'da yüzlerce eğitim videosu var, tavsiye
ederim.
Ve son olarak, evde duvara yaslanarak 'push-up' yapıyorum. Bu hareketi gençken yerde yapardım ama artık
yapamıyorum. Bunu da haftada üç gün ('Russian Swing' yapmadığım günler)
30'ardan üç set olarak yapıyorum, hareket kolay geldikçe eğimimi arttırıyorum.
Bu sayede de kol, göğüs ve boyun kaslarımı güçlendirip büyütüyorum.
Spor yapmak için spor salonuna gitmenize hiç ama hiç gerek
yok. Sokakta yürüyebilir, evde de kas yapabilirsiniz. Ben henüz başlamadım ama
fiyatının da pahalı olmadığını tahmin ettiğim bir ip sistemi var, istediğiniz
yere asabiliyorsunuz ve kendi ağırlığınızla çalışıyorsunuz. Bunu önce bir
eğiticiden öğrenmenizi, ondan sonra kendi kendinize yapmaya başlamanızı tavsiye
ederim. İpler olmasa da, tarif ettiğim hareketleri (veya vücudun üst kısmında
kalan kas gruplarını çalıştıracak diğer hareketleri/aletleri) kendi kendinize
evde de yapabilirsiniz.
İlk bir haftayı yapabilirseniz, oluşacak ağrılara vs
dayanırsanız gerisi gelecektir ve hatta sporu bırakamayacaksınız.
Selülit de bir yağdır ve yok edilebilir
Kadınların büyük bir derdi selülit. Hakkında türlü çeşitli
efsaneler var; yok kahve içmekten oluyormuş, yok genetikmiş, yok bilmemne...
Selülitin bir tane nedeni var: Yağ.
Eğer vücudunuzdaki yağ oranını düşürür, daha kaslı ve daha
az yağlı olursanız selülitiniz de olmaz. Yağ kaybedip kas kazandıkça
göreceksiniz, selülitleriniz de önce azalıyor, sonra kaybolmaya yüz tutuyor.
Bölgesel zayıflama efsanesi
Kimileri diyor ki, 'Ben
kalçamdaki yağlardan kurtulmak istiyorum.' Veya 'Göbeğimdekilerden.'
Yağa karşı mücadele, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı stratejisi
gibi olmak zorunda: Hattı müdafaa
yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır.
Yağ kaybetmeye başladığınızda evet vücudunuzun bazı
bölgelerinden öncelikle kaybediyor olabilirsiniz ama hedefinize vardığınızda
kol bilekleriniz dahil her yerinizin birden inceldiğini, yani her yerinizden
yağ kaybettiğinizi göreceksiniz.
Önemli olan, toplam ağırlığınızın içinde yağın oranını yüzde
20'nin altına (ne kadar altınayı siz kararlaştırın) ve kas oranını yüzde 40
sınırına getirmek.
Bazıları abartıp kaslarını yüzde 40'ın da üzerine çıkarıyor
ve yine 'fazla kilo' sorunu
başlıyor. Tercih meselesi elbette ama ben 'normal'
kalma isteğini varsayarak yazıyorum.
Haftada en az 70 bin adım
Kalp ve damar doktorları günde en az 10 bin adım atılmasını
tavsiye ediyor. Bu tabii Allahın emri değil, kastedilen şey hareketli bir hayat
sürmek.
Ama yürümek sahiden çok kolay ve aslında gün içinde pek çok
yere yürüyerek gidebilir, oturarak yaptığımız pek çok şeyi de ayakta
yapabiliriz. Bazı günler eksik yürürsek onu hemen ertesi gün telafi de
edebiliriz.
Ben haftada en az 70 bin adım atılması gerektiğini
söyleyenlerdenim.
Geçenlerde normal yürüyüşümü yapmadığım ve özellikle
hareketsiz olduğum bir gün denedim, çokça oturduğum o gün bile telefonum bana
2500 adım attığımı söyledi.
O zaman, bu 70 bin adımın 40 binini tempolu adım olarak
atmak gerektiği sonucuna vardım; kalan 30 bini nasıl olsa atıyoruz diyerek.
Evde 7 dakika...
Bu çizim The New York Times gazetesinden alınma.
Tarif edilen hareketler herkesin evde yapabileceği nitelikte, gayet kolay
hareketler ve bu setin tamamı için The New York Times, 7 dakika süre veriyor.
Yani hepi topu 7 dakika bu 12 hareketi ardı ardına yapacaksınız.
Kendinize zaman tanıyın ve bu hareketleri bir deneyin.
Meyve suyu severlere...
Evet size bir kötü haberim var. İçmeyin.
Şekerin kendisi kötü bir şey. Ama şekerler içinde bir tanesi
var ki, o en kötüsü. Onun adı fruktoz.
Bütün meyveler ve bal fruktoz içeriyor. Sofra şekerinin,
yani toz veya kesme şekerin yarısı da fruktoz.
Ve fruktoz bütün şekerlerin en tatlısı. Tatlılıkta en yakın
rakibini bile ikiye katlıyor, o kadar tatlı.
60'lı yıllardan itibaren Amerika ve Batıda, 90'lardan
itibaren de bizde fruktoz tüketimi inanılmaz derecede arttı. Bu artışın sebebi 'high fructose syrup' denen endüstriyel
ürün ve gıda endüstrisi.
Gazlı içeceklerden bisküviye, pastadan teriyaki sosuna kadar
girmediği yer yok fruktozun.
Oysa doğada meyve formunda olan ve insanoğlunun diyeti
içinde sınırlı bir yer tutan bir şeydi eskiden fruktoz.
Ve fruktoz, pek çok bilimsel çalışmaya göre karaciğer
yağlanmasının ve dolayısıyla alkole bağlı olmayan sirozların, kan yağlarındaki
artışların vs başlıca sorumlusu.
Yemekte meyve suyu içerken belki sağlıklı bir şey
yaptığınızı sanıyorsunuz ama gerçek bunun tam tersi. İçmeyin. Hele kutuda meyve
sularının yanından bile geçmeyin.
Sadece meyve suyu da değil; fruktoz günümüzdeki 'sağlıklı yeme' çılgınlığı ve bizim
bilgisizliğimiz sayesinde, marketlerde satılan pek çok 'Doğal' ve 'Şeker ilavesiz'
etiketli yiyeceğin de içinde var artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder