![]() |
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşü ve adalet özlemi bir ilk. |
1908'de İkinci
Meşrutiyet ilan edildiğinde Osmanlı çoğrafyasının dört bir
yanında büyük bir heyecan dalgası esmişti.
Samsun'dan
Konya'ya, İzmir'den İzmit'e, İstanbul'dan Selanik'e, Şam ve
Kudüs'ten Bursa'ya kadar her yerde halk sokaklara dökülmüş,
özgürlüğün gelişini büyük sevinç gösterileriyle kutlamıştı.
Bu kutlamalar
sırasında yaygın bazı sloganlar dikkat çekiyordu. Bunlar içinde
en yaygını, 'Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik-Adalet'
sloganıydı.
![]() |
Osmanlı Türkçesi ve Ermenice "Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik-Adalet" |
Biliyorsunuz,
'Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik' Fransız Devrimi'nin sloganı
ve sembolüdür. Esasen bütün 'modernist felsefe'nin özeti
de bu sloganda yer alır. Fakat buradaki üç temel unsur belli ki
Osmanlı çoğrafyasında yaşayanlara yetmemiştir, o yüzden bu
üçlünün yanına 'Adalet'i de eklemiştir halk.
Yaşadığımız
coğrafyanın başlıca sorunu, sahibi olduğumuz devletin biz
vatandaşına bir türlü sunamadığı şeyin adıdır adalet.
Mülk,
adaletin sahibidir
Bizde adalet hep
kuvvetliden yana olmuş, hukuk düzeni esas koruması gereken
güçsüzleri ve dezavantajlıları hiçbir zaman korumamıştır.
Devlete sahip olan, esasen adalet dağıtma tekeline de sahip
olmuştur. Her mahkeme salonunda yazan “Adalet Mülkün
Temeldir” sloganı fiiliyatta “Mülk, yani devlet adaletin
sahibidir”e dönüşmüş durumda anlayacağınız.
Türkiye'nin
modern tarihine damgasını vurmuş iki siyasi parti; Adalet Partisi
ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin adında 'adalet'
kelimesinin yer alması hiç de tesadüf değil.
Resmi ideolojinin
ve bu ideolojinin uygulayıcısı olan yargı organlarının mağduru
kesimleri temsil iddiasındaki bu iki parti, o yargıya olan
tepkilerini duyurma ve daha da önemlisi vatandaş açısından da
önemli bir mesele olan adalet eksikliğini giderme iddiasıyla bu
kelimeyi kullandılar isimlerinde.
İsimlerinde vaat
ettikleri 'adalet'i ne kadar sağladıkları tartışması
uzun uzun yapılabilir. Ben kısa yoldan gideceğim: Adalet Partisi
başarılı olasaydı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin adı başka bir
şey olurdu. Adalet ve Kalkınma Partisi bu temel vaadini yerine
getirebilmiş olsaydı, bugün Cumhurtiyet Halk Partisi'nin Genel
Başkanı Ankara'dan İstanbul'a doğru yürümüyor olurdu.
CHP
ilk kez adalet arıyor
CHP Genel
Başkanını, İstanbul'a doğru yürüyüşü boyunca elinde
üzerinde tek kelime yazılı bir pankart taşıyacak. Pankartta
'adalet' yazıyor. Hem de küçük harfle.
Burada, adalet
meselesinin tarihi bağlamı içinde ilginç olan şey, CHP'nin
adında 'adalet' kelimesi olan bir partinin iktidarının
Türkiye'de oluşturduğu 'adaletsiz ortam'dan şikayetçi
olması.
Üstelik, eğer
taa İttihat Terakki'den CHP'ye bir süreklilik varsa ve bu siyasi
sürekliliğin toplum tabanında bir karşılığı da varsa, bir
ilkden söz ediyoruz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun
yürüyüşünde. Bu kesim, ilk kez 'adalet' arıyor.
Geçmişte hep
adaletsizliğin sebebi olarak İT-CHP sürekliliği gösterilirdi.
Adaletsizlikten şikayet eden kesim ise bugün Adalet ve Kalkınma
Partisi'nde kendini bulan kesimdi. O kesimin de Demokrat Parti'den
Adalet Partisi'ne ve oradan da ANAP-DYP ikilisine doğru bir
süreklilikten geldiğini unutmayalım.
Devlet
el değiştirince yargı da el değiştirdi
Ne oldu da her
şey ters yüz oldu?
Sorunun cevabı,
Ak Parti'nin 14 yıldır devam eden iktidarında, özellikle 17-25
Aralık sonrası adli yargıda yaşanmaya başlayan olağanüstülükte
ve elbette 15 Temmuz darbe girişimi sonrasının 'olağanüstü
dönem yargısı'nda yatıyor.
Anayasanın eski
hali veya yeni hali çok farketmez. 12 Eylül Anayasasını
yazanların yargıyla ilgili düzenlemesi, elbette 27 Mayıs 1960
darbesi sonrası kurulan ve resmi ideolojinin koruyuculuğunu kendine
bir numaralı görev edinmiş 'bağımsız' yargının bu
ideolojik hegemonyasını koruması için yapılmış bir
düzenlemeydi. Ama bu anayasal kuralların bir büyük sorunu vardı:
Herhangi bir siyasi partinin çok uzun süre tek başına iktidar
olamayacağı varsayımına dayanıyordu.
![]() |
2010'da Anayasa değişikliğini savunanların kaçı bugün pişman? |
Oysa Ak Parti bu
varsayımı yıktı, dört kez üst üste genel seçimden tek başına
iktidar olmasını sağlayacak bir Meclis çoğunluğuyla çıktı
parti. Tek başına bu durum bile Ak Parti'nin zaman içinde yargı
üzerinde mutlak tahakküm kurmasına yeterdi ama Ak Parti, FETÖ'nün
de bastırmasıyla 2010 yılında Anayasa değişikliği yapıp hem
HSYK'nın yapısıyla oynadı hem de yüksek yargıya üye olma
şartlarını gevşeterek Yargıtay'da hakimiyet kurmak istedi.
Tabii, 2010
sonrası Ak Parti'nin kendisi de gördü, yargıda hakim olan Ak
Parti değil cemaatti. 15 Temmuz sonrası bu durum da değişti;
yargıda büyük bir cemaat temizliği yapıldı, yerine de sorgusuz
sualsiz Ak Parti destekçileri geldi.
İşte bugün
CHP'nin hayli gecikmeli olarak çıktığı adalet yürüyüşünün
arka planında bu var.
Ümit
bu ya...
Hakkını
yemeyelim, CHP'nin adaletle ilgili şikayetleri Ergenekon ve Balyoz
davalarıyla başladı ama o zamanlar bu şikayetler bugünkü gibi
Ankara'dan İstanbul'a yürümeyi gerektirecek kadar büyük değildi
anlaşılan. Veya bıçağın kemiğe dayanmasına kadar bekledi; son
olarak Enis Berberoğlu hakkında verilen sahiden tuhaf karar, CHP
için bardağı taşırdı.
Ne olmuş olursa
olsun, adaletsizlikten CHP'nin de yakınmaya başlamış olması
belki de bu ülke için çok ama çok olumlu bir gelişmedir.
Benim çok fazla
ümidim yok ama kim bilir, adalet konusunun siyasi avantaj sağlamaya
yarayan bir slogan olmaktan çıkmasına ve siyasi
ihtiraslar/çıkarlar bir yana bırakılıp bir uzlaşma oluşmasına
giden yol açılır belki de bu yürüyüşten sonra.
Ümit fakirin
ekmeği.
adalet yürüyüşü? bitti, gitti, bunu da unuttuk.
YanıtlaSilbence siz de bloğunuzu kapayın ya da yemek tarifleri falan paylaşmaya başlayın. maazallah