Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum...
***
***
Kaç kişi hatırlar, 90'lı yıllarda bir grup matematikçi
'Küçük Dünya Fenomeni' adını verdikleri bir oyun icat etmişti.
Kim bilir neden, kendilerine Amerikalı film oyuncusu Kevin
Bacon'ı seçmişlerdi ve dünyada yaşayan herhangi bir kişinin Bacon'a en çok 6 el
sıkışma mesafesinde olduğunu kanıtlıyorlardı.
Örneğin ben film yönetmeni Sinan Çetin'i tanıyorum. Sinan
Çetin, Amerikalı oyuncu Faye Dunaway'i tanır. Faye Dunaway de Kevin Bacon'ı.
Gördünüz, üç adımda ulaştım bile. Kendiniz için deneyin, altı adımı
aşamayacaksınız.
Sadece Kevin Bacon da değil. İsterseniz Dalai Lama'yı
deneyin. Yine en çok altı adımda ulaşacaksınız. (Ben iki adımda ulaştım.)
Facebook çağına girdiğimizden beri bu oyun o kadar da zevkli
değil. Bu sosyal paylaşım ağı (ve başta Twitter olmak üzere diğerleri de)
insanlar arasındaki mesafeyi an be an hesaplıyor zaten. Birisiyle FB'de arkadaş
mı oldunuz, onun arkadaş listesiyle sizin listenize bakıyor ve ikinize de
üçüncü kişiler öneriyor hemen.
Bütün sosyal paylaşım/etkileşim ağlarının ve çoğumuza
gündelik hayatı çekilmez hale getiren CRM denen pazarlama uygulamalarının
hepsinin temelinde 90'lı yıllarda Paul Erdös'ün etrafında toplanan bir grup
matematikçinin geliştirdiği algoritmalar var. Matematikçilerin her zaman
faydalı işler yaptığını söyleyemeyiz yani.
Peki bu hikayeyi neden anlattım? Çok basit bir sebeple: Hala
Selam-Tevhid örgütüyle ilgili polis tarafından yazılan fezlekeden söz etmek
istiyorum, o yüzden.
Nasıl oyunda merkeze Kevin Bacon'ı koyup onun el sıkıştığı
insanlardan ve el sıkıştıklarının el sıkıştıklarından hareketle bütün dünyayı
kapsama alanına alıyorsanız, Selam-Tevhid'de de, Nurettin Şirin adlı birini
merkeze koyan polis Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ve Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan'a kadar ulaşmış durumda.
Ama bu sefer bir fark var: Yapılan eğlenceli bir oyun değil;
yapılan dehşetengiz suçlamalar içeren ve insanları belirsiz süreler hapiste
tutacak bir ciddi soruşturma.
Okuyucuları bu noktada uyarmam gerek: Burada yazdıklarım
tamamen Selam-Tevhid dosyasının kapanmasını sağlayan polis fezlekesine
dayanıyor ve eğer o fezleke gerçekte var olan ve vahim olduğu söylenen bu
örgütün üstünü örtmek için yazıldıysa, zaten sözün bittiği yerdeyiz.
Ama yok o fezleke 4 yıla yakın devam eden bu soruşturmayla
ilgili gerçeği ifade ediyorsa o zaman Türkiye'de polisliğin dibe vurduğunu
görmeliyiz.
Fehim Taştekin mi İran ajanı?
Radikal'de yıllarca beraber çalıştığım, bugün Hürriyet'te imzasını
gördüğünüz gazeteci arkadaşım Fehim Taştekin, Selam-Tevhid çerçevesinde sudan bir sebeple telefonu izlenen birisiyle konuşuyor. Hop Fehim'in
telefonları da dinlemeye alınıyor. Bu da yetmiyor, o kişiyle bir kafede
buluşmak için sözleşen Fehim için fiziki takip kararı da çıkıyor.
Polisin fezlekesini okuduğunuzda, en başta soruşturmaya
dahil edilen iki kişi hariç neredeyse herkesin bu iki kişiyle telefonda
konuştuğu için soruşturulur hale geldiğini görüyorsunuz. Biri biriyle
konuşuyor, sonra diğeri başkalarıyla ve çember genişliyor.
Numan Kurtulmuş'un danışmanı bir başkasıyla konuştu diye
izlenmeye başlanıyor. Sonra bazı gazeteciler iş istemek veya haber sormak için
danışmanı arayınca onlar da izlenmeye başlanıyor.
Adalet Bakanlığı Danışmanı Adnan Boynukara aynı şekilde
izleniyor. SETA yöneticilerinden Yılmaz Ensaroğlu sudan bir sebeple izleniyor.
Sonra onu arayıp BDP'nin anayasa raporunu alabilmek için aracılık isteyen
HumanRightsWatch yöneticisi İngiliz kadın izlemeye alınıyor, Ensaroğlu'nun telefon
edip partilerinin anayasa raporunu istediği BDP Genel Başkan Özel Kalemi
izlenmeye başlanıyor.
Peki suç var mı konuşmalarda ve ilişkilerde? Polis
fezlekesinde bu gözükmüyor.
Savcıların soruşturması süreyle kısıtlanmalı
Daha önce de yazdım, Cumhuriyet Başsavcıları ucu açık
soruşturmalar açamamalı, daha doğrusu soruşturmaların sonu için bir süre kısıtı
olmalı.
Bakın, Selam-Tevhid dosyası 4 yıla yakın zaman açık kalmış.
Soruşturulan insan sayısı 251'i bulmuş. Bu 251 kişinin yıllar içinde yaptıkları
her görüşme kayda alınmış, pek çoğu fiziken de takip edilmiş, neredeyse
tamamının elektronik postaları okunmuş. Ve dört yılın sonunda elde var sıfır.
Oysa savcılar açtıkları soruşturmayı 3 ayda bir neticeye
bağlamak zorunda olsalar; üç ayın sonunda henüz elde yeterli delil yoksa veya
suç gelişiyorsa, Başsavcılık makamında bir komisyon dosyayı tarafsız gözle
inceleyip soruşturmaya ek süre verip vermemeye karar alsa ve bu her üç ayda bir
tekrarlansa daha iyi olmaz mı?
İçinde suç olmayan bu soruşturma için 4 yıl boyunca harcanan
para ve insan emeğine, bu içi boş soruşturmaya yöneldiği için başka alanlarda
polisin verdiği açıklara vs yazık değil mi?
Ve en önemlisi, vatandaşın özel hayatına yazık değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder