18 Ağustos 2014 Pazartesi

Polis soruşturmasıyla ilgili altı yazı bir arada

Son iki haftadır Cumhurbaşkanlığı seçimiyle bile ilgilenmeden, halen İstanbul'da devam etmekte olan ve 130'dan fazla polisin dahil olduğu 'Casusluk, usulsüz telefon dinleme' soruşturması hakkında yazıyorum.
Biliyorsunuz soruşturmadan kamuoyu 22 Temmuz günü sabaha karşı saatlerinde yapılan 100 civarında gözaltı ile haberdar oldu.
Oysa gözaltına alınan ve bugün bir kısmı tutuklu olarak cezaevinde bulunan polisler çok önceden haklarında yürütülen soruşturmadan haberdardı. Çünkü içinde isimlerinin geçtiği iki önemli yazılı belge vardı ve bunlar da kısmen basına yansımıştı.
Bu belgelerden birincisi, İçişleri Bakanlığı'nın İstanbul, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli'nde yapılan telefon dinlemelerle ilgili hazırladığı teftiş raporuydu. İkincisi ise, İstanbul polisinin 2010 yılından beri sürdürdüğü 'Selam-Tevhid' örgütüne ilişkin soruşturmanın savcılıkça 'kovuşturmaya yer yoktur' kararı alınarak kapanmasını sağlayan, İstanbl Terörle Mücadele Şubesince yazılan bir fezlekeydi.
Ben, polislere yönelik bu soruşturmanın temellerinin okuyucular tarafından yeterince bilinmediği varsayımından hareketle Hürriyet'teki köşemde tam altı yazı yazdım. Bu yazıları yazılış sırasıyla burada yeniden hatırlatmak istiyorum.
İlk yazı genel bir toparlama niteliğindeydi. Ardından İçişleri Müfettişlerinin raporunun detaylarına girmeye başladığım ikinci yazıyı yazdım. Üçüncü yazım, müfettiş raporunun kritik bir bölümünü ele alıyordu. Dördüncü yazıda nihayet Selam-Tevhid soruşturmasıyla ilgili fezlekeye gelebildim; bu yazı genel bir değerlendirme niteliğinde. Beşinci yazı, Selam-Tevhid soruşturmasına genel bir eleştiri getiriyordu. Ve altıncı ve son yazıda, soruşturmayı savunan görüşlere yer verdim, kendi eleştiri ve rezervlerimi de korudum.
Şunu eklemem lazım: Bu iki belgeden çok sayıda usulsüzlük, gücün kötüye kullanılması gibi suçlamalar çıkar da, casusluk veya İçişleri Müfettişleri'nin söylediği 'darbe' suçu nasıl çıkar, bilmiyorum.
Ve bir eleştiriyi de dile getirmeliyim:
Dediğim gibi isimleri soruşturmaya dahil edilen 130 polisin hemen hemen hepsi savcılıkça soruşturulduklarını ve suçlanacaklarını önceden biliyordu. Hatta bazılarının gözaltına alınmaları durumunda nasıl hareket edeceklerine dair ciddi taktikler geliştirdikleri de görülüyor.
Oysa savcılık zaten epey zaman önce işlendiği iddia edilen suçlara dayanan, hemen hemen hepsi de kayıt altında ve belgeye dayalı olan iddialarına bakıp bu polisleri 'şüpheli' sıfatıyla ifadeye davet edebilir hiç gözaltı işlemi yapmayabilir, hatta tutuklama da talep etmeyebilirdi.
Bu soruşturmanın, şüpheliler kaçmadığı sürece, artık bir delil karartma endişesi de olmadığına göre, 22 Temmuzda olduğu gibi sansasyonel bir yöntemle yapılması son derece gereksiz bir 'eski Türkiye' alışkanlığından başka bir şey değil.
Suçlular elbette cezasını bulmalı ama insanları resmen neyle suçlandıklarını öğrenene kadar (makul bir sebep olmadan) cezaevinde tutmak, onları daha suçlanmadan cezalandırmak anlamına gelir. Bu da, 'eski Türkiye'nin en çok şikayet edilen polis/savcılık uygulamalarından biridir.
Bir kişinin soruşturma esnasında tutuklanması veya tutuklanmaması ne onun suçluluğunun ne de masumiyetinin karinesidir, unutmayın.
Daha yargılama başlamadı; daha ortada resmen yapılmış bir suçlama bile yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder