Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
***
Aslında biz yapmıyoruz. Bizim topraklarımızda, Mersin
Akkuyu'da tahsis edilen arazide Rus şirketi gelecek yapacak nükleer santralı.
Santral her biri 1200 MW gücünde dört üniteden oluşacak;
yani tümüyle devreye girdiğinde 4800 MW kurulu güce sahip olacak.
Bu santralın varlığıyla birlikte Türkiye'nin 'nükleer güç' olacağını veya olmaya
başlayacağını sananlar yanılıyor; dediğim gibi santral devletin değil Rus
şirketinin malı olacak. Neyse bu yazının konusu 'nükleer güç olmak veya olmamak' değil. Türkiye isterse ve
uluslararası anlaşmaları çiğneyecekse nükleer silah sahibi güç olabilir zaten.
Yazının konusu Türkiye'nin enerji politikaları.
Dediğim gibi Akkuyu'da kurulacak nükleer santral Türkiye'nin
kurulu gücüne 4800 MW'lık bir ilave getirecek. Oysa bu köşeyi takip edenler
gördü; geçen hafta burada Enerji Piyasası Denetleme Kurumu'nun resmi rakamını
yazdım: Şu an itibarıyla EPDK'de 'Güneşten
fotovoltaik panellerle elektrik üreteceğim, param vs her şeyim hazır, bana
lisans verin' diyerek bekleyen tam 496 başvuru var ve bunların hepsi kabul
edilirse Türkiye'de kurulu güç 7904 MW artacak. Yani nükleer santraldan fazla.
'Nükleer santrala
gerek yok, bakın aynı enerjinin fazlasını güneşten üretmek isteyenler kapıda kuyruk'
gibi bir şey söylemek istemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Nükleer santral
yapılmasını planlatan gerçek bu tartışmadan ayrı tartışılması gereken bir şey.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Son olarak Yırca'daki
zeytinlik katliamıyla gündeme geldi; termik santral yapma iştahımızı güneş veya
rüzgardan enerji üretmek isteyenler sayesinde sınırlayabiliriz aslında.
Bakın, Yırca'daki termik santral için hükümet 'Acil kamulaştırma' kararı alabiliyor
ama geçen hafta yazdığım lisansını almış rüzgar üreticisi üretime geçebilmek
için 8 yıl bürokrasiyle mücadele etmek zorunda kalabiliyor. İki ayrı tür enerji
yatırımcısı arasındaki yarışın adaletsizliğine bakar mısınız? Birine hükümet
sonuna kadar yardım ediyor, diğerine ise engel üzerine engel çıkarılıyor.
Bu adaletsizliği yasalarımızda da görüyoruz zaten.
Yenilenebilir enerjiye devletimiz en çok 10 yıl alım garantisi verirken
nükleeri üretecek Rus şirketine 15 yıl garanti veriliyor. Nükleere verilen
fiyat garantisi de rüzgar ve güneşe verilenden daha yüksek.
Nükleerde tasarım da teknoloji de (deneme aşamasındaki
toryum bazlı santrallar hariç) son 50 yılda öyle radikal değişikliklere
uğramadı, dolayısıyla bu teknolojinin kurulum maliyeti de işletme ve bakım
maliyeti de o anlamda çok düşmedi ama rüzgar ve güneşte teknoloji hem hızla
değişiyor hem de maliyetler düşüyor; bu sayede rüzgara ve güneşe yatırım düşük
teşviklere ve eşitsiz yarışa rağmen karlı aslında.
Bizim en önce doğalgaz yakanlar olmak üzere termik
santrallardan vazgeçmemiz lazım.
Bunun için de önce kafamızı değiştirmemiz lazım.
15 yıl sonra enerjinin yarısı yenilenebilirden gelebilir
Dünya Doğalhayat Vakfı WWF'nin Türkiye şubesi, Avrupa İklim
Vakfı (ECF) ve Bloomberg New Energy Finance (BNEF) işbirliğiyle hazılanan bir
rapor dün açıklandı.
Sadece Enerji Bakanlığı'nın değil herkesin dikkatle
incelemesi gereken bu rapora göre Türkiye 2030 yılında bütün enerjisinin
yarısını yenilenebilir kaynaklardan elde edebilir ve bunun için yapılacak
yatırım da termik kaynaklara yapılacak yatırımdan daha fazla olmaz.
Türkiye 2013'te tükettiği elektriğin yüzde 29'unu
yenilenebilir kaynaklarda üretti. Burada hidroelektrik santrallar önemli bir
yer tutuyor, 2013'teki tüketimin dörtte biri orada üretilmiş; yüzde 4 ise
rüzgar ve jeotermalden gelmiş.
WWF-Türkiye'nin raporunda hidroelektrikten gelen payı yüzde
21'e düşmek üzere rüzgar ve güneş ve elbette jeotermalden yüzde 29 elektrik
üretilebileceği, böylece toplam tüketimin yarısının yenilenebilir kaynaklardan
sağlanabileceği öne sürülüyor. Ve bundan da önemlisi, yenilenebilir kaynaklar
için (daha çok rüzgar ve güneş) yapılacak yatırıma harcanacak paranın termik
santrallara harcanacak para kadar olacağı rakamlarla ifade ediliyor.
Madem toplum aynı parayı harcayacak, bunu neden temiz
enerjiye harcamayalım?
Kömürü çıkartmasak olmaz mı?
Bu bizim dünyaya da borcumuz; fosil yakıtları tüketmekten
vazgeçmemiz gerek. Özellikle de yanma gücü düşük, kükürtü yüksek linyit
kömürünü yakmayı bırakmalıyız. Kömürü çıkartmamalıyız bile.
Bunun için de elektriğimizi daha temiz kaynaklardan elde
etmeliyiz. Rüzgar ve güneş bu kaynakların adı.
Konu, 'marjinal çevrecilerin fantezisi' değil; Enerji
Bakanlığı'nın, Hazine'nin ve hükümetin en önce bunu anlaması lazım.
Sonra da enerji yatırımcıları arasında hiç değilse eşitsiz
rekabeti ortadan kaldırmalı hükümet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder