15 Kasım 2014 Cumartesi

Uzayın keşfi neden eskisi kadar heyecanlandırmıyor?

Bugünkü Hürriyet'teki yazımı burada da paylaşıyorum.
***

Çocukluğumdan hayal meyal hartırlıyorum, ev halkı radyonun başına geçmiş canlı yayını dinliyordu. Aya ilk kez adım atılacaktı. Ve bizde televizyon yoktu.
Sonra annem ve babam uzun süre o gazeteleri sakladılar; ertesi gün bizim eve giren bütün gazetelerin birinci sayfası tamamen bu konuya ayrılmıştı. İnsanoğlu aya ayak basmıştı.
Voyager 1 ve 2 uzay araçları fırlatılırken aklım erecek yaştaydım. Bu araçların üzerine konan plaklar ve resimlerin haberleri günlerce haftalarca gazetelerimizde yayınlandı. Eğer uzayda akıllı canlılar bu araçları bulursa onlara dünyanın yerini evrenin alfabesi olan matematikte anlatan çizimler, Türkçe dahil pek çok dilde 'Biz dostuz, barış istiyoruz' mesajlarının kaydedildiği plak...
Şimdi aradan onca zaman geçti; insanlık bana göre en azından aya ayak basmak kadar önemli bir başarıya imza atıp uzay derinliğinde bir kuyruklu yıldızın üzerine araç indirmeyi başardı. Ama nerede o eski heyecan?
Ne oldu bize? Neden o eski heyecanımız yok? Neden geleceğin daha güzel ve ileri olacağına dair umutlarımızı kaybettik? Uzaya neden daha az bakar olduk? Mars'a bir robot göndermek veya kuyruklu yıldızın üzerine araç indirmek nasıl oldu da sıradanlaştı?
Bu sorulara verecek cevabım yok. Tek bildiğim, benim çocukluğumda yaşanan heyecanın bugün artık yaşanmadığına dair gözlemim.
Acaba insanoğlu 60 ve 70'li yıllarda daha naivdi; uzaya gidebileceğine inanıyordu, bugün ise uzaya gitmenin hiç de kolay olmadığını gördü, ondan mı?
Biz insanlar dünya üzerinde evrimleştik. Vücudumuz da, hücrelerimiz de, bütün hayat alışkanlıklarımız da doğal olarak dünyaya uygun.
Oysa, diyelim en yakında olan Ay'da kolonileşecek olsak, oranın düşük yer çekimine vücudumuzun uyum sağlaması kuşaklar sürecek. Kemikler incelecek, kaslar azalacak, boylar uzayacak. Yine de belki hiçbir zaman dünyadaki gibi rahat olunamayacak.
Ya da diyelim Mars'a gitmeye karar verdik. Yol sürüyor 6 ay. Dünyadan ayrılacak bir rokete ancak eğitimliler binebilir; çünkü o ayrılış sırasında hissedilen çekim gücüne dayanmak için eğitim almak ve herhalde belli bir yaşın da altında olmak gerekiyor.
Diyelim  ki bindiniz rokete, peki Mars'a kadar 6 ay ne yapacaksınız?
Bilim kurgu filmlerinde uyunuyor. Evet NASA'nın mühendisleri de uzun uyku üzerinde çalışıyor ama 6 ay uyuduktan sonra bugün varolan kaslarınız hala yerinde durabilir mi? Ya kemikleriniz?
Kaldı ki, bizim güneş sistemimizde bize uygun bir yer olmadığını zaten biliyoruz. Ama ya komşu sistemlerde? Diyelim ki bulduk dünyanın aynısı bir gezegen; peki oraya gitmek ne kadar sürecek?
Dünyamıza hapis olduğumuzu öğrendiğimiz için mi heyecanlanmıyoruz acaba?


Interstellar'ın sunduğu alternatif



Bugünlerde sinemalarda gösterimde olan bir filmin adı Interstellar-Yıldızlararası. Görmeyenlere tavsiye ederim.
Interstellar'da ölmekte olan bir dünyada tek çarenin uzaya çıkmak olduğu bir hikaye anlatılıyor. Ve kahramanımız, 'onlar' tarafından Satürn gezegeninin yakınlarına yerleştirilmiş olan bir 'solucan deliği' yardımıyla başka bir galaksiye gidiyor.
'Solucan deliği' modern fiziğin teorilerinden biri. Uzay-zamanın eğrilmesi ve bu bükülme sayesinde çok uzak yolların ansızın çok yakın hale gelmesi hakkında.
Evrenin geometrisi hakkında spekülasyonlar devam ettiği sürece böyle teoriler de olacak ve bu teorilerin aslında tek bir anlamı var: İnsanoğlu uzakları yakın etmek istiyor.


Işık hızında gidemeyeceğimize göre



Bu aralar benim çocukluğumdan kalma StarTrek dizisini izliyorum 11 yaşındaki oğlumla.
Orada sürekli Kaptan Körk, 'Warp 7'ye çıkın' gibi talimatlar veriyor dümenci Sulu'ya.
Warp 7, yani ışık hızının 7 katı.
Oysa biliyoruz ki ışık hızını bırakın aşmayı o hıza yaklaşmak bile biz ölümlüler için söz konusu olamaz.
Ama ışık hızıyla, hatta ondan da yüksek hızlarla yolculuk yapamazsak da en yakın yıldıza kadar bile gidemeyiz, bu onbinlerce yıl alır.
Yoksa sahiden dünyamızda hapis miyiz?
Eğer öyleyse, dünyamızı öldürmeye çalışmaktan bir an önce vazgeçsek iyi ederiz.


Geleceğe yazılan mektup



Rosetta'nın macerasında çok ilginç bir şey var. Bu araç 20 yıl önce tasarlanmaya başlandı; 10 yıl önce de uzaya fırlatıldı.
Yani en iyimser ihtimalle üzerindeki teknoloji 10 yıl önceye ait. Yani fotoğraf çekme kapasitesi, fotoğrafların çözünürlüğü, bu araçla haberleşilmesini sağlayan ekipman, seyrüsefer cihazları ve diğer bilgisayarlar 10 yıl öncesinin aletleri.
Rosetta tasarlanırken biz tüketicilerin hizmetinde olmayan pek çok teknoloji var aracın içinde, bugün gündelik hayatımızda kullandığımız.
En ilginci, insansız hava araçlarını mümkün kılan güvenilir haberleşme algoritmaları. Bunları bugün pahalı oyuncakçılardan satınaldığımız 'drone'larda bile kullanıyoruz artık.
Rosetta geleceğe yazılmış bir mektuptu anlayacağınız. Voyager 1 ve 2 uzayda yolculuklarına devam ediyor ve üstlerindeki bilgisayarın kapasitesi sizin cep telefonunuzdan az. Dünyayı temsilen de bildiğiniz iğneli pikapta çalınan plaklar taşıyor iki araç da...

Zaman kapsülleri.

1 yorum:

  1. Selam bir düzeltme yapmak istiyorum bildiğim kadarıyla Warp 6, ışıktan 6 kat hızlı anlamına gelmiyor. Buradan kontrol edebilirsiniz, http://www.anycalculator.com/warpcalculator.htm

    YanıtlaSil