Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
***
Türkiye'de 2013-14 öğrenim yılında, yani geçen yıl yaklaşık
3 milyon lise öğrencisi ve 2.5 milyondan biraz fazla da mesleki ve teknik liseöğrencisi vardı. Bugün de bu rakamların buna yakın olduğunu varsaymalıyız.
Liselerimiz ve mesleki-teknik liselerimizden her yıl
yaklaşık 800 bin kişiyi mezun ediyoruz. İleriki yıllarda bu sayı daha da
artacak, 1 milyonu biraz aşacak.
Önümde 2013 yılı lisans yerleştirme sınav sonuçları var. O
yıl liselerden mezun olup üniversite sınavına giren öğrencilerden 26 bin 662'si
80 soruluk İngilizce sınavına girmiş; kendisini herhalde yerleşmek istediği
üniversite öyle diye, en az 8 yıldır eğitimini aldığı yabancı dilde sınamak
istemiş.
Dediğim gibi sınav 80 soruluk ve sınava girenler de bunu
zorunluktan değil kendilerine olan güvenlerinden yapmışlar. Peki bu 26 bin 622
kişinin 80 soruda doğru cevap ortalaması ne? Sadece 28.08.
Yani biz milyonlarca çocuğumuzu 8 yıl yabancı dil eğitimine
tabi tutmuşuz, onların içinden bazıları 'Ben bu derste başarılıyım, İngilizceyi
kıvırıyorum' diye düşünüp sınava girmiş ve alınan sonuç bu.
Aslında lisenin son sınıfında ülke çapında gerçek bir
mezuniyet sınavımız olsa, bırakın matematiği fiziği yabancı dilden kimseyi
mezun edememiz gerekebilir.
Türkiye onyıllardır ortaokul ve liselerinde yabancı dil
öğretmeye çalışıyor. Üstelik bu yabancı dillerle aynı alfabeyi kullanıyoruz.
Ona rağmen öğretemiyoruz; öğretemediğimizi itiraf da etmiyoruz.
Şimdi, Antalya'da toplanan ve bugün sona erecek olan Eğitim
Şurası'nda bir komisyon, liselere Osmanlıca'nın zorunlu ders olarak konmasını
tavsiye eden bir karar aldı.
Osmanlıca, aslında bizler için bir başka yabancı dil.
Üstelik bize yabancı bir alfabeyle yazılan bir yabancı dil. Dolayısıyla
öğrenciler hem bu yeni alfabeyi, Arap alfabesini öğrenecek hem de
Türkçe-Arapça-Farsçanın bir karışımı olan, tarihte Osmanlı yönetici eliti
dışında kimsenin konuşmadığı ve okuyup yazmadığı bu dili öğrenecekler.
Bu yeni çabanın üreteceği başarıya ne kadar şans
verebileceğimizi İngilizce sınavı sonuçlarına bakarak tahmin edebilirsiniz.
Kaldı ki, yarın sabah Milli Eğitim Bakanlığı bu tavsiyeyi
yerinde bir tavsiye olarak görse ve bu zorunlu ders için çalışmalara başlasa
dahi en azından beş-altı yıl Osmanlıca dersini başlatamayız; çünkü bu dersi
öğretecek öğretmenlerin önce Osmanlıca öğrenmeleri gerekecek. Aslında dersi
başlatmak için gerekecek süre daha da uzun; çünkü ders kitaplarının yazılması
lazım. Bunun için de Osmanlıca'nın hangi döneminin öğretileceğine karar
verilmesi lazım. Yani lazım da lazım.
Sonunda bırakın belirgin olmayı herhangi bir başarı elde
edileceği son derece şüpheli olan bu konuya bu fakir ülke çok kıymetli
kaynaklarını aktarmalı mı, aktarmamalı mı? Bu dersi halen süren uygulamadaki
gibi, Sosyal Bilimler Liseleri'nde zorunlu, kalan okullarda seçmeli yapsak,
kaynaklarımızı daha verimli kullanmış olmaz mıyız?
Sizin ecdadınız saraylıydı herhalde, benimki değil
Aslında annemin annesinin ailesi sarayın etrafından bir
aileymiş. Rahmetli anneannemin erkek kardeşleri saray ahırlarında veterinerlik
yapan subaylardı. Ama onların mezar taşları bildiğim kadarıyla Türkçe ve latin
alfabesiyle yazılı.
Ama baksanıza, liselerde Osmanlıcayı savunanlardan biri
'Ecdadımızın mezar taşlarını bile okuyamıyoruz' demiş. Ecdadının mezar taşı
olması, o taşların da Osmanlıca kitabeler içermesi o kişinin Osmanlı elit
sınıfının bir mensubu olduğuna delalet eder. Kaçımız dedemizin babasının
mezarını biliyoruz ki?
Böyle elit sınıftan gelen birinin 2014 yılında şikayet etmek
yerine bir bilene ecdadının mezar taşını çoktan okutmuş olmasını beklerdim.
Bu ecdadın mezar taşını okuma savunması pek yüksek sesle
söylenecek şey değil anlayacağınız.
Geçmişle bağımız bıçak gibi kesildi mi?
İngilizce bilen birisi, 14. yüzyılda bu dilde yazılmış bir
şiiri okur ve anlar. İngilizcede (ve bazı başka dillerde) görülen bu
kesintisizlik elbette sürekliliği olan bir uygarlık hissi verir.
Biz ise bu histen yoksun yaşıyoruz; çünkü en basitinden
alfabemiz farklı.
Ama aslında fark sadece alfabeden ibaret değil; çoğu zaman
bunu gözardı ediyoruz.
Nasıl biz latin harflerini biliyoruz diye otomatik olarak bu
alfabeyle yazılan bütün dilleri biliyor olmuyorsak, Arap alfabesini
bildiğimizde de Arapçayı, Farsçayı ve Osmanlıcayı otomatik olarak biliyor
olmayacağız. Bu dilleri öğrenmemiz gerekecek.
Yani yegane mesele alfabedeki süreksizlik değil; buna
ilaveten bir de dilde süreksizlik var.
Osmanlıca, özel olarak sarayın, genel olarak devletin
konuştuğu ve yazıştığı dilin adı. Bu dil Arapça, Farsça ve Türkçeden kelimeler
içeriyor, grameri büyük ölçüde Arapça ve Farsça; çoğu zaman kuralları belirsiz
veya kurallar günün modasına göre değişebiliyor.
Bugün Osmanlıca öğrenecek olursak geçmişle olan bağımız
şıpın işi kurulmayacak; iyimser ihtimalle devlet belgelerini, arşivlerde
çözülmeyi bekleyen resmi yazışmaları okumaya başlayabileceğiz. Aslında bu da
küçümsenecek bir şey değil, hatta çok iyi bir şey ama o da o kadar kolay
olmayacak. Çünkü Osmanlıcayı ve Arap alfabesini bilmek de yetmeyecek; dönemin
gramer kurallarını, başta istif olmak üzere özel yazıları ve en önemlisi
şifreli yazıları çözmeyi de öğrenmeliyiz.
Kısacası, Cem Yılmaz'ın çok yerinde sözü bir kez daha
doğrulanıyor: Eğitim şart!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder