Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da sunuyorum.
***
Türkiye'nin de ilk imzacıları arasında yer aldığı Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9. maddesi 'Düşünce,
vicdan ve din özgürlüğü' başlığı taşır.
Bakın, madde şöyle:
"1. Herkes
düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç
değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya
kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya
inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2. Din veya inancını
açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir
toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara
tabi tutulabilir."
Bir de, 'İfade
özgürlüğü' başlığını taşıyan 10. madde var, o da şöyle:
"1. Herkes ifade
özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi
olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve
haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde,
Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi
tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve
sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla
öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak
bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin
sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın,
başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının
önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına
alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya
yaptırımlara tabi tutulabilir."
Ülkeler, her iki maddenin de ikinci fıkralarında yer alan ve
hakkın kısıtlanabilirliğini öngören cümlelerden hareketle yasalarında çeşitli
kısıtlamalar getirmiş; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu maddelere ilişkin
verdiği kararlarda yaptığı yorumlarla ülkelerin kimi kısıtlamalarını 'aşırı'
bulmuş, uzun yıllar içinde ciddi bir külliyat oluşmuş.
Bu külliyata Türkiye'nin çok büyük bir katkı yaptığını
biliyoruz; çünkü ülkemizde gerek düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, gerekse
ifade özgürlüğü hala daha Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin öngördüğü
sınırların ötesinde çok daha fazla kısıtlı. Böyle bir kısıtlılık hali olduğu
için de hükümet ocak ayında bir yeni 'ifade
özgürlüğü paketi'ni Meclis'e getireceğini açıkladı zaten.
Daha önce defalarca yazdım; Türkiye'de sorun 'gazetecilerin baskı altına alınıp hapse
atılması' sorunu değildir. Sorun, ifade özgürlüğünün kısıtlı olması
sorunudur. Bu kısıtlılıktan nasibini alıp hapse düşenler veya hapis tehdidiyle
yargılananlar da sadece gazeteciler değil.
Bu satırları yazarken Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ile Samanyolu TV Grup
Başkanı Hidayet Karaca'nın mahkeme
tarafından tutuklanıp tutuklanmadığı belli değildi. Ancak bu yazı bağlamında
Dumanlı ve Karaca'nın tutuklanıp tutuklanmaması çok önemli değil. (Onlar için
çok önemli kuşkusuz, özgürlüğünü kaybetmek, hapse girmek hiç azımsanacak şeyler
değil, umarım meslektaşlarım tutuklanmaz.) Hapis tehdidiyle soruşturuluyor ve
belki yargılanıyor olmak da ifade özgürlüğünü kısıtlar.
Peki ne yapmışlar da soruşturuluyor Dumanlı ile Karaca?
Resmi suçlama, 'Terör örgütü kurmak ve
yönetmek.' Nasıl kurmuş ve yönetmiş olabilirler? Gazetede haber yaparak,
köşe yazısı yayınlayarak ve TV'de dizi yayınlayarak emniyet güçleriyle birlikte
masum olduğu söylenen bir grubu hapse attırmışlar...
Yani Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca ellerine silah almış,
gazetecilik dışı bir alana geçip suç işlemiş değiller. Yaptıkları ifade
özgürlüğüne dair şeyler.
Hoşumuza gitmese de, yaptıklarını biz beğenmesek de, hatta
yazılanı ve TV'de gösterileni manipülatif ve sakıncalı bulsak da bunların hepsi
ifade özgürlüğü sınırlarında şeyler.
Her suç duyurusu bir kumpas mı?
Türkiye'de savcılıklara her yıl yüzbinlerce vatandaş suç
duyurusunda bulunuyor. Buna bir de polise ve savcılıklara yapılan suç
ihbarlarını ekleyin, milyonlara varırsınız. Zaman zaman da savcılar gazetelerde
çıkan haber ve köşe yazılarını ihbar kabul edip soruşturmaya başlarlar. Toplam
rakama bunları da ekleyin.
Peki ama böyle bir ihbar sonucu başlayan soruşturmanın
sonunda masum vatandaşlar hapse atıldıysa, onları hapse atalım derken polisler
deliller uydurup komplolar düzenlediyse, suç ihbarcıda mıdır, polis ve savcıda,
hatta giderek hakimde midir?
Kötü gazetecilik suç değil kabahattir
Çoğulcu toplumlarda belli siyasi partilerin, grupların
görüşlerini dile getiren militan gazeteler de çıkar.
Ben bugüne kadar Zaman gazetesinin 'bağımsız' olduğunun söylendiğini duymadım; ülkede herkesin bildiği
bir şey, bu gazete (ve Samanyolu medya grubu televizyonları) Fethullah Gülen'e
yakınlık duyan cemaatin yayın organı.
Zaman zaman diğer görüşlere hoşgörülü yaklaşabilen ama her
keskinleşme anında kendi özüne dönen Zaman gazetesini 'militan gazete' kategorisine sokmak gerekir. (Bugün MHP'nin
Ortadoğu'su, Saadet Partisi'nin Milli Gazete'si, İşçi Partisi'nin Aydınlık'ı
gibi doğrudan parti tarafından kontrol edilen üç militan gazetemiz var zaten.
Buna bir de çeşitli dini cemaatlerin ve kimi örgütlerinin yayın organlarını
eklersek, militan yayın organı sıkıntısı çekmediğimiz anlaşılır.)
Fakat yayın organının militan olması, belli bir görüşün
propagandasını yapması onların ifade özgürlüğünden eksik yararlanmasını meşru
kılmaz.
Böyle durumlarda ifade özgürlüğünün sınırı, insanları
şiddete ve nefrete teşvik etmemektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder