Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
Gerçekten de öyle. Türkiye'de eğitimin bir tane sorunu var,
diğer bütün sorunlar bu tek sorunu ortaya çıkaran alt başlıklar. O sorun da
eşitsizlik.
Türkiye'de ülke çapında ve hayatın her alanında yaşanan
eşitsizliklerin başladığı ve her yıl yeniden yeniden üretildiği yerin adı
eğitim.
Ve bu eşitsizlik meselesi bugünün meselesi de değil. Taa en
başından itibaren var olan bir sorun eşitsizlik.
Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitime erişmek nüfusun tamamı
için söz konusu bile değildi. Okula gidemeyenler doğal olarak dezavantajlı
oluyorlardı.
Türkiye, ilköğretimde yüzde 100 okullaşmayı ancak 80'li
yıllarda sağlayabildi. Ama o arada eşitsizlik boyut değiştirmeye başladı.
Okullara erişim ve dolayısıyla eğitime katılım artınca bu sefer eğitimin
kalitesindeki eşitsizlikler öne çıkmaya başladı. Bugün hala lise seviyesinde
okula erişimde sorunlarımız var, çağ nüfusun tamamını hala liselerimize
gönderemiyoruz ama en az bunun kadar önemli sorunu kaliteli eğitime erişmekte
yaşatıyoruz çocuklarımıza. (TEOG sınavı 'kaliteli
eğitime erişim imtiyazı' için yapılıyor, unutmayın.)
İdeal anlamıyla eğitimde eşitlik, eştisizliğin yüzde 20'yi
aşmaması anlamına geliyor.
Yani, aynı sınıfta okuyan çocuklardan en iyiler eğer sınavda
100 alıyorsa, en kötülerin de 80'den az not almaması gerek.
Aynı okulun aynı sınıflarında (diyelim 8. sınıflarda) okuyan
öğrencilerinin arasındaki fark da bu olmalı.
Ve giderek ülke çapında bütün okullarda 8. sınıf
öğrencilerinin mesela matematik sınavında aldıkları notların arasındaki fark
yüzde 20'yi geçmemeli.
Türkiye açısından bu çok ütopik bir hedef. Çünkü bizim
sınıflarımızda 100 alan en iyi öğrenciyle 0 alan en kötü öğrenci bir arada
duruyor. (Keşke Milli Eğitim Bakanlığı TEOG sınavlarının doğru cevap
ortalamalarını ve standart sapmalarını açıklasa, eşitsizliğin boyutunu daha iyi
görebilsek.)
Yüzde 20 farkı hedeflemek Türkiye'de eğitim konularına köklü
bir bakış açısı değişikliğini gerektiriyor. Bir yerde eğitimle ilgili bütün
paradigmaları değiştirecek, örgütlenmeyi ve sistemi baştan sona gözden
geçirmeyi gerektirecek bir bakış açısı değişikliği bu.
Öğretmen yeterliklerinden ders içeriklerine, veli talebine
uygun yeni dersler ihdas etmekten gereksiz kalabalık yapan kimi derslerin
iptaline, eğitime yaptığımız harcamadan özel sektörün bu konudaki olası
katkısına, sınav sistemlerinden aşırı merkeziyetçiliğe kadar 'eğitim sorunu'
diye konuştuğumuz her konu aslında bu eşitsizlik meselesinin alt başlıkları.
Hem elitten şikayet et hem de elit yaratmaya devam et
Bu konuda Türkiye'nin gelmiş geçmiş bütün iktidarlarına
söyleyecek çok şey var ama belki de en çok lafı mevcut Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarı hak ediyor; çünkü siyasi söylem düzeyinde 'elitler'den, 'oligarşi'den,
'dar bir azınlığın toplum çoğunluğunu o
çoğunluğun değerlerini de hiçe sayarak yönetmesinden' en çok onlar şikayet
ediyor.
Fakat bu sözünü ettikleri, bence haklı olarak eleştirdikleri
'elit kesim'i yeniden yaratan temel
mekanizma olan eğitim konusunda elitizmin etkisini azaltacak hiçbir şey
yapmadılar veya yapamadılar.
13 yıl önce Ak Parti iktidara geldiğinde de durum buydu,
bugün de bu:
Her yıl ilkokula başlayan kabaca 1 milyon öğrencinin 100
bini 12 yıl sonra liseden (veya 16 yıl sonra üniversiteden) Batılı akranlarıyla
rekabet edebilir bir seviyede mezun oluyor. 250-300 bini 12 yıl sonra liseden 'Türkiye için iyi' diyebileceğimiz ama
uluslararası alanda hiç de iyi olmayan bir eğitimle mezun oluyor. Kalan 600-650
bin çocuk ise ya zaten o 12 yılı tamamlayamıyor, tamamlayanları ise bir hayli
kötü kaliteli bir eğitimden geçmiş oluyor, yetersiz kalıyor.
İşte o ilk 100 bindeki çocukların anne-babaları da büyük
ölçüde üniversite mezunu olan yani bir anlamda 'elit' kitleye mensup
insanlar. Son 600-650 bin kişi ise yoksul ve eğitimsiz evlerden çıkanlar.
Eğitim sistemimiz, elitizmi olduğu kadar düşük gelirliliği
de her yıl yeniden üretiyor.
Peki çare ne? Çare en iyi 100 bini azaltmak yok etmek değil,
önce hemen arkadaki 250-300 bin kişiyi de o ilk 100 bin seviyesine getirmek,
sonra da herkesi en üst seviyeye taşıyıp en iyi ile en kötü arasındaki farkı
yüzde 20 seviyesine çekmek.
Eğitim politikalarına din veya osmanlıca dersi üzerinden
değil tam da buradan tartışmalıyız: Ne kadar eşitlikçi ne kadar değil...
Düşük gelirli ailelerden gelen ama ÖSS'den en iyi puanları alanlar devlet üniversitelerine giriyor. Zenginler ise, ÖSS'den düşük puan almalarına rağmen ya yurtdışında gidiyor ya da Türkiye'nin en kaliteli vakıf üniversitelerine gidiyor. Onlar daha kolay iş buluyor. NOT: Düşük gelirli aileye mensubum, GS Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunuyum ve torpilim olmadığı için de, işsizim. Yani eşitsizlik dediğiniz hususa bu bakımdan da bakmanızda yarar var.
YanıtlaSil