Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
*
*
Şanslıydım elbette, hem de çok şanslıydım.
Çocukluğumun geçtiği mahallede biz çocukların çok büyük bir
dostu vardı, o hepimizin Yaşar Abisiydi, yani Yaşar Kemal.
'Ne amcası ulan'
diye bastonunu sallayıp üzerime yürümüştü şakadan, 'Abinizim ben sizin.'
Bir Kurban Bayramı sabahı hepimizi toplayıp peşine
Küçükçekmece'deki o dükkana götürmüş, istediğimiz kadar torpildi, patlangaçtı
vs anne-babalarımızın izin vermediği ne kadar saçma şey varsa hepsini bize
almıştı. Yaşar Abimizi sevmeyecektik de kimi sevecektik.
Oturmuş, bizimle birlikte dev gibi bir uçurtma yapmış, sonra
da saatlerce onu uçurmuştuk. 'Benim
uçurtmacı takımım' demeye başlamıştı hepimize.
Rahmetli eşi Tilda Abla'dan korkmayanımız yoktu ama Yaşar
Abi demek, bizim arkadaşımız demekti, kendi anne-babalarımızla yapmadığımız
yapamadığımız her şeyi onunla yapabilir, konuşabilirdik.
Sonra büyüdük, elimiz ekmek tuttu, bazılarımız gazetelerde
çalışmaya başladık. Ama Yaşar Abi için hep 'uçurtmacı'
kaldık.
6-7 yıl önce Ankara'ya gideceğim, uçakta oturuyorum. Yakın
dostu Zülfü Livaneli ile birlikte
bir baktım Yaşar Abi de geldi. Birkaç hafta önce Tilda Abla'yı kaybetmişti,
onun ardından yazdığım yazı için telefon etmişti ama epeydir görüşmüyorduk
yüzyüze.
Yanına oturdum uçakta, yol boyu konuştuk. Bir oğlum olduğunu
söyledim, adını sordu, 'Onno' dedim,
'Saffet de koysaydın' dedi, babamın
adıydı Saffet. Sonra çok acayip bir 'Agop
Amca' hikayesi anlattı, kendi babasının 1915'te Tatvan'da kardeşliği Agop'u
'15 Ermeni kesen cennete gidecek'
diyen bir imam ve beraberindeki katillerden nasıl kurtardığına dair.
Uçak Esenboğa'ya indi, ben hüngür hüngür ağlıyorum onun Agop
amca hikayesine, o ağlıyor benim babamla ilgili bir hikayeye.
Birkaç yıl önce telefon etti, 'Bir öğlen yemeği yiyelim' dedi. Bebek'te buluştuk, yemeğimizi
yedik, konuşacaklarımızı konuştuk.
'Benimle Bebek
Oteline kadar yürü, sonra beni orada bırak git' dedi. Çıktık dışarı, taş
çatlasa 60-70 metre yürüyeceğiz ama ne mümkün. Yoldan geçen sosyetik hanım da,
karşıki apartmanın kapıcısı da, trafik polisi de, garson da, gençlerde, esnaf
da, herkes durduruyor Yaşar Abiyi, birlikte fotoğraf çektirmek istiyor. O
kadarcık yolu yürümek yarım saat sürdü.
Benim için Yaşar Kemal, Yaşar Abiydi. Ama başkaları için çok
çok daha büyük bir şeydi. O yaşımda o halimde farkettim, bu ülkede ona karşı
duyulan saygı ve sevginin büyüklüğünü, yaygınlığını, sınıf ve fark
gözetmezliğini.
Şimdi hasta yatağında yatıyor. Doktoru 'Bilinci kapalı' dedi ama çok sürmez biliyorum, o bunu da yenecek,
yeniden ayağa kalkacak, uzaktan görünce eşek kadar halime bakmayıp yine 'Uçurtmacı' diye seslenecek, sevgili
eşi Ayşe Baban arkada mutlu
gülümseyecek.
Hadi Yaşar Abi, seni bekliyoruz. Bütün ülke bekliyor.
Bu memlekette ifade özgürlüğüyle imtihanımız bitmeyecek mi?
Yaşar Kemal, 90'lı yılların kirli karanlığında Alman Der
Spiegel dergisi için bir yazı kaleme aldı; Kürt sorunundan söz eden, Kürtlerin
inkar edilen haklarını dile getiren.
Devletimiz hemen onu yargılamaya başladı; bu arada yazının
Türkçesini biz de Yeni Yüzyıl'da basmıştık, gazetenin sorumlu yazıişleri müdürü
olarak ben de ayrıca yargılandım.
Yaşar Kemal'e mahkeme önce bu yazısından ötürü hapis cezası
verdi, sonra da 'Aynı suçu beş yıl içinde
işlememesi' şartıyla cezayı erteledi. Beşiktaş'ta DGM'nin önünde Yaşar abi,
'Bu çok daha ağır bir ceza' diye
isyan ederken ben de kendi karar duruşmamı bekliyordum. Yazıyı yayınladığım
için ben de ceza aldım, az kalsın hapse de giriyordum da son dakikada bir yasa
değişikliğiyle kurtuldum.
Bu hikaye 20 yıl önceden. Ya bugün durum ne?
Bir Hollandalı gazeteci, Öcalan bayrağı da gözüken bir
fotoğrafı Twitter hesabında paylaştı diye evinde gözaltına alınıyor. Bu o kadar
gelişigüzel bir suçlama ki... Savcılarımız isterse o bayrağı, posteri görmezden
geliyor, isterse de 'Örgüt amaçları için
propaganda yapmak'tan insanları suçluyor.
Fazıl Say, 'dine
hakaret'ten aldığı ve ertelenen cezası yüzünden yeniden yargılanabilmek
için çırpınıp duruyor. Yeniden yargılansın ki, beraat edebilsin. Hiç değilse
suçlama Yargıtay'ın önüne kadar gidebilsin ki sonunda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'ne kadar uzanabilecek yol açılsın. Çabası buna Fazıl Say'ın.
Son örnek, Charlie Hebdo dergisinin son sayısını yayınladı
diye Cumhuriyet gazetesi matbaa çıkışı toplatılmak üzere bekletilebiliyor;
derginin kapağını basmadığı için gazete kurtuluyor ama kapağı da basan dört
internet sitesine erişim engelleniyor.
İfade özgürlüğü konusunda imtihanımız hiç ama hiç bitmiyor
bu ülkede. Bakın 20 yıl geçti, çok da değişen bir şey yok cennet vatanımızda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder