Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
*
Paris'teki korkunç katliamdan sonra Türkiye dahil İslam
dünyasından yükselen tepki, artık klişe olan şu cümleyi mutlaka içeriyor: 'Saldırıyı kınıyoruz, bu teröristler İslamı
yansıtmıyor, İslam barış dinidir.'
Doğru ama faydasız bir cümle.
Din adına terör estirenler, sistematik ırkçılık yapanlar,
kendi inançlarını geri kalan herkese dayatmak isteyenler sadece Müslümanların
arasından çıkmıyor. Yahudilikten Hristiyanlığa bütün büyük semavi dinlerin içinde
böyle düşünen ve bu uğurda eline silah alanlar oldu, korkarım olmaya da devam
edecek.
O yüzden elbette bu canilerin bir dini temsil ettiği, son
olayda bütün müslümanları temsil ettiği söylenemez. Söylenemez ama demeye
çalıştığım gibi 'Bunlar İslamı temsil
etmiyor' demek de bir işe yaramaz.
*
Meselenin bana kalırsa önemli bir tarafı, Müslümanların
kendilerini nasıl gördüğüyle ilgili. Bir de tabii, diğer dinlerin mensuplarının
Müslümanları nasıl gördüğüyle.
Bu iki bakış birbirinden bağımsız değil; karşılıklı
etkileşim içinde. Müslümanlar kendilerini dünyanın geri kalanından ayrı bir
yere koydukça, kendi 'İslam alemi'nde
durdukça, dünyanın geri kalanı da onları 'öteki'
olarak görüyor. Tabii tersi de geçerli: Dünyanın geri kalanı Müslümanları 'öteki' yaptıkça Müslümanlar da kendi
içlerine dönüyorlar.
Bu bir kısır döngü. Üstelik sürekli ve sadece, o var
edilmeye çalışılan 'İslam alemi'
veya 'ümmeti'nin aleyhine işleyen
bir kısır döngü. Müslümanlar kendilerini dünyanın geri kalanından ayırdıkça,
dünyanın geri kalanı için Müslümanları
itmek kolaylaşıyor.
Paris'teki katliam, bu kendini dünyanın geri kalanından
ayırma/dünya tarafından dışlanma sürecine hızlandırıcı bir etki yaratacaktır.
Önce Batıda Müslümanları dışlama, onları 'öteki'leştirme
eğilimi artacaktır, ardından Müslümanlar kendilerini dünyanın geri kalanından
daha da dışlanmış hissedecektir.
Bu yüzden sokaktaki Müslümanın aklında ve vicdanında sayısız
mağduriyet birikiyor; diyelim İsrail Filistin'e saldırdığında, Amerikan
insansız hava aracı Pakistan'da okul çocuklarını öldürdüğünde, sokaktaki Müslüman
bir bütün olarak Yahudi-Hristiyan Batıyı bu olandan sorumlu tutuyor.
Elbette tersi de geçerli: Bir deli bozuk adam Avustralya'da
bir kafeyi basıp insanları rehin aldığında, onun Müslüman olduğu öğrenilir öğrenilmez
sadece bu ülkede değil dünyanın dört bir yanında Müslümanlara karşı taciz
hareketleri başlıyor; çünkü bir delinin yaptığından milyarlarca Müslümanı
sorumlu tutmaya kalkan Batılılar oluyor.
Bu kısır döngüden çıkmanın bir tane yolu var: Müslümanların
özgüvene sahip olması ve kendilerini sadece İslam dünyasının değil bütün
dünyanın bir parçası olarak görmeleri.
Ne kadar çok müslüman kendisini dünyanın eşit bir parçası
olarak görmeye başlarsa, başta söylediğim doğru ama faydasız cümle o kadar
doğru ve faydalı bir cümleye dönüşür.
İfade özgürlüğü ve dine hakaret iddiası
Yakından takip etmedim, hala söyleyen çıkmadıysa bugün yarın
birisi çıkıp şu arümanı söyleyecektir nasıl olsa: 'İfade özgürlüğü tamam ama dine hakaret ifade özgürlüğü değildir,
üstelik Hristiyan Batı dünyasında pek çok ülkede dine hakaret diye bir suç davardır.'
Bu cümlede söylenen şey doğrudur ama önemli ayrımları gözden
kaçırmaktan başka işe yaramaz.
Birinci önemli ayrım, İncil taşlanarak veya asılarak öldürülmeyi
(Leviticus 24:13-16) öngörüyor da olsa, bugün bu suçun fiilen suç olmaktanbüyük ölçüde çıktığında yatıyor. Oysa mesela bizde Fazıl Say tam da bu suçtan
ötürü hapis cezası aldı daha geçenlerde.
Bir başka önemli ayrım, İslamda 'dine hakaret'in çok geniş ve çok farklı yorumlanması. Kadının
otomobil kullanması veya bir basit mezar taşına sahip olmak Suudi Arabistan'da
din polisinin devreye girmesine yeter. Taliban Afganistan'da Buda heykellerini
bu yüzden yıktı, müziği bu yüzden yasakladı. Salman Rusdie hala korumalar
eşliğinde ve öldürülme korkusuyla yaşıyor; Sıvas'ta Madımak Otelinde onca insan
yakılarak öldürüldü; son olarak Charlie Hebdo dergisinin ofisine giren caniler
12 kişiyi kurşuna dizdi. Hepsinde gerekçe aynıydı: 'Ama dinimize hakaret ettiler.'
'Gerçek İslam bu değil' mi?
En başa dönelim. Katliamı kınayan Müslümanlar 'Gerçek İslam bu değil' diyorlar. İyi
niyetlerinden ve samimiyetlerinden kuşku yok.
Ama durum tam olarak öyle değil. Çünkü milyarlarca insan
için aynı anda geçerli bir tane 'Müslümanlık' yok. Kültür, siyaset, ekonomik
şartlar, coğrafi şartlar ve en önemlisi de 1400 yıllık tarih ortaya farklı
onlarca İslam yorumu çıkartmış.
Mezheplerde, tarikatlerde, cemaatlerde yaşanan bu
farklılıklar son derece doğal olmakla birlikte, gerek büyük mezheplerin ve
gerekse büyük tarikatlerin 'Gerçek İslam
bizimki' söylemi de sık rastlanan bir söylem. Bu uğurda kan dökülüyor hala
Irak'ta, Suriye'de.
Eline Kalaşnikov'ları alıp dergi idarehanesinde katliam
yapan üç genç adam da kuşkusuz kendi İslamlarının en doğru İslam olduğuna
inanıyorlardı ve onları kınayan Müslümanları 'İşbirlikçi' olmakla suçluyorlar şimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder