15 Mayıs 2015 Cuma

Türkiye sıçrayabilir mi, sıçrayamaz mı?

Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***

Bir sürü şey aklıma gelirdi de günün birinde bir çeşit 'sermaye milliyetçisi' olacağım aklıma gelmezdi.
Anlatayım:
Belki geç kaldım ama bazı sektörlerdeki durum dikkatimi çekmeye başladı. İlk olarak otomotiv yan sanayinde gözledim bu durumu, sonra başka imalat sektörlerinde de benzer bir durum olduğunu gördüm.
Durum şu: Bundan 15-16 yıl önce, memleketin başbakanı çıkıp 'Yerli otomobil üretecek bir babayiğit arıyorum' deseydi birden fazla kişiyi bulabilirdi. O zaman Türkiye'de sıfır elektronik aksamla ve dolayısıyla fiyatı 10 bin liranın altında yerli otomobil yapmak mümkündü. Bugün değil!
Sebebi, aradan geçen 15-16 yılda otomotiv yan sanayimizin büyük ölçüde yabancı şirketler tarafından satınalınmış olması.
Yerli girişimci, kendi gücüyle küçük de olsa bilgi biriktirmiş, sermaye de bulabilse bu bilgiyi daha da ileri seviyeye taşıyacak birikime ulaşmaya başlamıştı ki, yabancı sermaye geldi o şirketleri satın aldı. Üretim bilgisi de uçtu gitti.
Sadece otomotivde değil; tıbbi araç gereçten haberleşmeye, makine-motor imalatından bazı kimya ürünlerine kadar pek çok alt sektörde durum bu.
Yerli aile şirketi için yabancıların yaptığı 60-80 milyon Avro fiyat teklifi büyük bir parayı ifade ediyor. Ama parayı ödeyecek açısından bu miktar onun bilançosunda minik bir oran. Bir yandan rakibini satın alıp onun pazarına konuyor, bir yandan da o üretim alanındaki kendi bilgi tekelini oluşturuyor.
Evet biz bir yandan doğrudan yabancı sermaye yatırımı geliyor diye seviniyoruz ama bu sevincimiz her sektör için geçerli olmamalı. Hele bazı temel imalat sektörleri var ki, buralarda satınalmaları belki devlet eliyle kısıtlamalıyız.
Ama bunun için bir sanayi stratejimizin ve kendimize seçtiğimiz, sayısı üçü dördü geçmeyecek stratejik sektörümüzün olması gerek.
Biz ise maalesef bu seçimi yapamıyoruz.
Sabah bu düşüncelerimi anlatmak ve sektör bazında rakamlara daha yakından bakabilmek üzere yardım istemek için TOBB'un üniversitesi ETÜ'nün düşünce üretme kuruluşu TEPAV'ın yöneticisi Prof. Dr. Güven Sak'ı aradım.
Güven de bana TEPAV'ın internet blogundaki bir yazıyı anlattı. Buna göre, Harvard Üniversitesi'ndeki saygın Uluslararası Kalkınma Merkezi, Türk ekonomisinin 2013-23 arasında ortalama 5.3 büyüyeceğini ve dünya çapında bu dönemde en hızlı büyüyen 13. ülke olacağını tahmin etmiş.
Bu tahmin pek bir pembe. Çünkü bakacak olursanız bizim hükümetimiz bile bu denli yüksek bir büyüme beklemiyor. Kaldı ki IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların tahminleri çok daha aşağıda, hatta Türkiye'nin uzun dönemli büyüme ortalaması olan 4.5'in hayli altında.
Peki Harvard'a bağlı bu saygın merkez neden böyle iyimser bir tahmin yapıyor? Uzun uzun detaya girmeden söyleyeyim: Bu merkez, ülkelerin belli başlı sektörlerdeki performansına bakıyor ve bu performansın iyi yönetim altında bir ileri aşamaya evrilebileceğini varsayıyor.
Yani diyelim makine-motor üretiyorsanız, bir süre sonra buradan uçak motoru üretebileceğinizi, ihracat kalemleriniz arasında bilgisayar yazılımları varsa bir süre sonra çok daha büyük bir yazılım ihracatçısı olabileceğinizi vs varsayıyor. Yani bir üst teknolojiye sıçrama potansiyelinize bakıyor UKM ve tahminini öyle yapıyor.
Peki en başta anlattığım 15-16 yıldır işleyen satma-satınalma mekanizmasıyla yine de sıçrayabilir miyiz?
Göreceğiz.


Çelişkiler ülkesinin rakamları...



Avrupa Birliği yakın zamanda bir 'yenilikçilik' raporu yayınladı. Türkiye AB üyesi olmadığı için ana raporda yok ama raporun en önemli eki olan ülke kıyaslamalarında biz de varız.
Türkiye'nin bütün rakamları, bardağa neresinden baktığınıza göre değişecek nitelikte.
İlk örnek, 1000 nüfusa düşen doktoralı sayısı. Türkiye burada sondan üçüncü sırada. Peki doktoralı insan sayısının büyüme hızına baktığınızda? O zaman Türkiye en hızlı büyüyen 5 ülkeden biri.
İkinci örnek, 30-34 yaş nüfusun üniversite eğitimi alma oranı. Türkiye son sırada, en düşük oran bizde. Ama aynı yaş grubunun üniversite eğitimi alma oranı artışına baktığımızda yine ilk sıralarda Türkiye.
Üçüncü örnek, özel sektör ArGe harcamalarının oranıyla ilgili. Türkiye tahmin edileceği gibi son sıralarda ama aynı özel sektörün ArGe harcama artış hızına baktığımızda yine Türkiye ilk sıralara tırmanıyor.
Son örnek, Avro bazında ve satınalma gücü paritesiyle milli gelirin her milyar avrosu başına düşen patent başvurusu sıralamasında Türkiye en son sıralardayken patent başvurusunun artış hızında ilk sıralara tırmanıyor.

Siz karar verin bardağın yarısı dolu mu boş mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder