Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı burada da paylaşıyorum.
***
***
Bir sürü şey aklıma gelirdi de günün birinde bir çeşit 'sermaye milliyetçisi' olacağım aklıma
gelmezdi.
Anlatayım:
Belki geç kaldım ama bazı sektörlerdeki durum dikkatimi
çekmeye başladı. İlk olarak otomotiv yan sanayinde gözledim bu durumu, sonra
başka imalat sektörlerinde de benzer bir durum olduğunu gördüm.
Durum şu: Bundan 15-16 yıl önce, memleketin başbakanı çıkıp 'Yerli otomobil üretecek bir babayiğit
arıyorum' deseydi birden fazla kişiyi bulabilirdi. O zaman Türkiye'de sıfır
elektronik aksamla ve dolayısıyla fiyatı 10 bin liranın altında yerli otomobil
yapmak mümkündü. Bugün değil!
Sebebi, aradan geçen 15-16 yılda otomotiv yan sanayimizin
büyük ölçüde yabancı şirketler tarafından satınalınmış olması.
Yerli girişimci, kendi gücüyle küçük de olsa bilgi
biriktirmiş, sermaye de bulabilse bu bilgiyi daha da ileri seviyeye taşıyacak
birikime ulaşmaya başlamıştı ki, yabancı sermaye geldi o şirketleri satın aldı.
Üretim bilgisi de uçtu gitti.
Sadece otomotivde değil; tıbbi araç gereçten haberleşmeye,
makine-motor imalatından bazı kimya ürünlerine kadar pek çok alt sektörde durum
bu.
Yerli aile şirketi için yabancıların yaptığı 60-80 milyon
Avro fiyat teklifi büyük bir parayı ifade ediyor. Ama parayı ödeyecek açısından
bu miktar onun bilançosunda minik bir oran. Bir yandan rakibini satın alıp onun
pazarına konuyor, bir yandan da o üretim alanındaki kendi bilgi tekelini
oluşturuyor.
Evet biz bir yandan doğrudan yabancı sermaye yatırımı
geliyor diye seviniyoruz ama bu sevincimiz her sektör için geçerli olmamalı.
Hele bazı temel imalat sektörleri var ki, buralarda satınalmaları belki devlet
eliyle kısıtlamalıyız.
Ama bunun için bir sanayi stratejimizin ve kendimize
seçtiğimiz, sayısı üçü dördü geçmeyecek stratejik sektörümüzün olması gerek.
Biz ise maalesef bu seçimi yapamıyoruz.
Sabah bu düşüncelerimi anlatmak ve sektör bazında rakamlara
daha yakından bakabilmek üzere yardım istemek için TOBB'un üniversitesi ETÜ'nün
düşünce üretme kuruluşu TEPAV'ın yöneticisi Prof. Dr. Güven Sak'ı aradım.
Güven de bana TEPAV'ın internet blogundaki bir yazıyı anlattı. Buna göre, Harvard Üniversitesi'ndeki saygın Uluslararası Kalkınma
Merkezi, Türk ekonomisinin 2013-23 arasında ortalama 5.3 büyüyeceğini ve dünya
çapında bu dönemde en hızlı büyüyen 13. ülke olacağını tahmin etmiş.
Bu tahmin pek bir pembe. Çünkü bakacak olursanız bizim
hükümetimiz bile bu denli yüksek bir büyüme beklemiyor. Kaldı ki IMF, Dünya
Bankası gibi kuruluşların tahminleri çok daha aşağıda, hatta Türkiye'nin uzun
dönemli büyüme ortalaması olan 4.5'in hayli altında.
Peki Harvard'a bağlı bu saygın merkez neden böyle iyimser
bir tahmin yapıyor? Uzun uzun detaya girmeden söyleyeyim: Bu merkez, ülkelerin
belli başlı sektörlerdeki performansına bakıyor ve bu performansın iyi yönetim
altında bir ileri aşamaya evrilebileceğini varsayıyor.
Yani diyelim makine-motor üretiyorsanız, bir süre sonra
buradan uçak motoru üretebileceğinizi, ihracat kalemleriniz arasında bilgisayar
yazılımları varsa bir süre sonra çok daha büyük bir yazılım ihracatçısı
olabileceğinizi vs varsayıyor. Yani bir üst teknolojiye sıçrama potansiyelinize
bakıyor UKM ve tahminini öyle yapıyor.
Peki en başta anlattığım 15-16 yıldır işleyen
satma-satınalma mekanizmasıyla yine de sıçrayabilir miyiz?
Göreceğiz.
Çelişkiler ülkesinin rakamları...
Avrupa Birliği yakın zamanda bir 'yenilikçilik' raporu yayınladı. Türkiye AB üyesi olmadığı için ana
raporda yok ama raporun en önemli eki olan ülke kıyaslamalarında biz de varız.
Türkiye'nin bütün rakamları, bardağa neresinden baktığınıza
göre değişecek nitelikte.
İlk örnek, 1000 nüfusa düşen doktoralı sayısı. Türkiye
burada sondan üçüncü sırada. Peki doktoralı insan sayısının büyüme hızına
baktığınızda? O zaman Türkiye en hızlı büyüyen 5 ülkeden biri.
İkinci örnek, 30-34 yaş nüfusun üniversite eğitimi alma
oranı. Türkiye son sırada, en düşük oran bizde. Ama aynı yaş grubunun
üniversite eğitimi alma oranı artışına baktığımızda yine ilk sıralarda Türkiye.
Üçüncü örnek, özel sektör ArGe harcamalarının oranıyla
ilgili. Türkiye tahmin edileceği gibi son sıralarda ama aynı özel sektörün ArGe
harcama artış hızına baktığımızda yine Türkiye ilk sıralara tırmanıyor.
Son örnek, Avro bazında ve satınalma gücü paritesiyle milli
gelirin her milyar avrosu başına düşen patent başvurusu sıralamasında Türkiye
en son sıralardayken patent başvurusunun artış hızında ilk sıralara tırmanıyor.
Siz karar verin bardağın yarısı dolu mu boş mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder