16 Mayıs 2015 Cumartesi

Yoksa astrologlar doğruyu mu söylüyor?

Bugünkü Hürriyet'te çıkan yazımı, yazımın kaynağı olan web linkleriyle birlikte burada da sunuyorum.
*

Amerika'daki Connecticut Üniversitesinden Mark Hamilton isimli bir araştırmacı, insanların hangi ayda doğduklarıyla onların kişilik özelliklerini karşılaştıran bir araştırma yapmış.
Sonuçlar çarpıcı: Siyasetten bilime, edebiyattan sanat ve spora 300'den fazla ünlüyü doğdukları ay ve becerileri açısından kıyaslayan Hamilton, burada bir 'mevsim etkisi' gördüğü iddiasında.
Üstelik de gördüğü 'etki'nin astrolojinin iddialarını tekrar ettiği, yani bir yerde astrolojinin yüzyıllardır bize söylediklerinin gerçeğe yakın bir şey olduğunu öne sürüyor.
Esasen psikologlar onyıllardır 'mevsim etkisi' denen şeyin varlığını biliyor. Örneğin, ocak-şubat doğumlular daha yaratıcı olmaya ve şizofreni teşhisi konmaya daha yatkın. Veya numarası tek olan aylardan doğanlar daha dışa dönük, çift aylarda doğanlar ise içe dönük olmaya daha yatkınlar.
Ancak bu korelasyondan doğan ilişkiler ne kadar gerçek, şizofren teşhisi konanların çoğunun (herhalde anlamlı bir çoğunluğun) ocak-şubat aylarından birinde doğmuş olması ne kadar anlamlı?
Hamilton ve dünyanın bütün astrologları anlamlı olduğu kanısında.
*
Birkaç ay önce Türkiye'nin önemli bir şirketinin patronlarından biriyle sohbet ediyordum. Laf nereden oraya geldiyse, bu patron, 'Bugün beni de değerlendirdiler' dedi.
Ne demek istediğini sordum; meğer şirketlerinde bir danışmanlık firması bütün yöneticileri bir teste tabi tutmuş ve bu testin sonunda da herkese kendi karanter özellikleriyle ilgili bilgi notları dağıtmış. Tabii patrona herkesin sonucunu ayrıca vermiş de.
Bense bunu duyunca şaşırdım; çünkü bu çeşit psikolojik testlerin çok geride kaldığını sanıyordum, Türkiye'de büyük şirketlerin çalışanlarına hala böyle şeyler uyguladığını bilmiyordum.
Bütün bu testlerin kaynağında Amerikalı psikologların 40'lı ve 50'li yıllarda geliştirdikleri bir inanç yatıyor. Bu inanca göre (özellikle 'inanç' kelimesini kullanıyorum) dünyadaki bütün insanların temel karakter özelliklerini 6 veya 7 temel karaktere indirgemek mümkün. O zamanların ağır pozitivist anlayışının ve 'bilim' şapkası taşıyan her şeyi tartışma dışı bakmanın doğal sonuçlarından biri.
Sohbette o patrona bunu anlattım, 'Dünyada 7 milyar insan yaşıyor ama bunlar aslında 7 kişinin yaşadığına inanmamızı istiyorlar. Neden 7? Bari astrologlara danışın, onlar hiç değilse 12 temel karakterden (burç) söz ediyor, hatta işin içine yükseleni vs de katarsanız karakter sayısı daha da artıyor' dedim. Güldü.
Amerikalı araştırmacı Mark Hamilton'un kendini haytli verimli bir alana soktuğuna kuşku yok. Yıllarca bunu tartışacağız şimdi.


Fizikte önemli değişimlerin eşiğindeyiz



Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde olan Avrupa Nükleer Araştırmalar Konseyi CERN'de biliyorsunuz büyük hadron çarpıştırıcısı iki yıllık aradan sonra geçen ay yeniden çalıştırıldı.
Çarpıştırıcı iki yıl boyunca geçmişteki enerjisinin iki katı enerjide çalışmak üzere yükseltildi ve şimdi uzun tünellerde protonlar dönüp duruyor, giderek daha yüksek enerjilere erişiyor.
Bu ikinci turdan beklenen, CERN'ün evrenimizin doğasıyla ilgili en büyük bilinmeyenler konusunda bazı veriler sağlaması. Mesela, evrenin bizim gözümüzle gördüğümüz veya aletlerimizle saptadığımız kütlesinin kat be kat üstünde kütlesi (veya enerjisi) daha var, bunu göremediğimiz ve saptayamadığımız için ona 'karanlık madde' ve 'karanlık enerji' adını veriyoruz. Acaba CERN bize karanlık madde veya enerjiyi anlamamızda yardımcı olabilir mi? Cevabı aranan temel sorulardan biri bu. Bir başkası, aslında bu ilk soruyla da doğrudan bağlantılı, acaba 'sicim teorisi' veya 'süper simetri' gibi yeni fizik teorileri 'gerçek'le ne kadar bağdaşıyor?
Şimdilik CERN'den çıkan sonuçlar hep 'standart model' adı verilen modelin doğrulanması yönünde oldu. Son olarak bulunan iki yeni mezon dastandart modeli doğrular nitelikte.
Ancak standart model de eksik bir model; çünkü evreni yöneten temel güçlerden biri olan kütleçekim gücünü içermiyor.

Bakalım CERN'deki büyük hadron çarpıştırıcısının bu ikinci tur çalışması bizi 'yeni fizik'e veya 'büyük birleşik teori'ye yaklaştıracak mı, uzaklaştıracak mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder