Hürriyet'te dün çıkan yazımı burada da paylaşıyorum:
*
*
Eylül 2011'de internet üzerinden Türkiye'ye bir bomba düştü.
Bu, PKK ile MİT arasında Oslo'da yapıldığı söylenen bir görüşmenin ses
kaydıydı.
Görüşmenin içeriğinin bu yazı için bir önemi yok; önemli olan
bu kayıtların yayınlanmasından sonra PKK'nin Ağustos 2010'da ilan ettiği 'eylemsizlik'i sona erdirmiş olması ve
yeniden çatışmalı ortama girilmesi.
Bu kayıtların yayınlanmasından kısa bir süre sonra,
kamuoyunun çok da dikkatini çekmeyen başka bir gelişme oldu. İmralı'da hapis
yatmakta olan Abdullah Öcalan,
avukatlarını çok sert bir açıklama yaparak işten kovdu, Kandil'deki PKK
yönetimi dahil herkese sitem ederek 'Bundan
böyle kimseyle görüşmeyeceğini' söyledi. Öcalan'ın en sert sözü, 'Beni araçsallaştırıyorsunuz'du,
küsmesinin sebebi de buydu.
2011 sonundan 2012 sonuna kadar Kürt sorunu en kanlı
dönemlerinden birini yaşadı. Bir hesaba göre bu dönemde PKK bine yakın
gerillasını kaybetti.
2012 ortalarında cezaevlerindeki PKK'lı mahkum ve
tutukluların bir bölümü, 'Öcalan'a
tecrit sona ersin' diyerek açlık grevine gitti. Oysa tecriti uygulayan
Öcalan'ın bizzat kendisiydi; sadece akrabalarıyla o da ayda yılda bir
görüşüyordu, örgüt avukatlarını ise kabul etmiyordu.
Açlık grevlerinde tehlikeli noktaya yaklaşılınca herhalde
hükümet de devreye girdi; Öcalan'la temas kuruldu ve bugün bitip bitmediğini
sorguladığımız 'çözüm süreci' o
günlerde Öcalan'ın yazdığı bir mektuptan sonra başladı. Açlık grevleri
sayesinde Öcalan yeniden örgütün 'lider'i
olmuştu ve yeni süreci artık o götürecekti. Başlangıçta örgüt ona doğrudan
karşı çıkmadı, biat etti.
Şimdi yeniden aynen 2012'de olduğu gibi yeni bir kanlı
döneme giriyor olabiliriz.
Genç, fakir ve bir devrim uğruna savaştığını düşündüğü için
ümitli Kürt çocukları ölecek PKK saflarında. Öte yandan korkarım bu sefer
sadece güvenlik güçleri değil toplumun tamamı PKK'nın hedefinde artık.
Ölmeye ve öldürmeye doyamıyoruz maalesef bu ülkede. Ölenler
de öldürenler de bizim çocuklarımız.
Müzakere sürecini 'oyunlar
teorisi' ışığında anlamaya ve analiz edip burada aktarmaya çalışıyordum.
Ama insan kanı dökülmeye başlandığından, her gün yeni yeni şehit haberleri ve
yeni yeni hava/kara bombardımanı haberleri gelmeye başladıktan sonra bu işin 'oyun' tarafı kalmadı.
Bugün bu savaşı durdurmak PKK'nın elinde. Yeniden 'eylemsizlik' ilan edebilir ve bütün
silahlı güçlerine, açıkçası bunca zamandır varlıklarına göz yumulan silahlı
güçlerine Türkiye dışına çıkma talimatı verebilir. Ama karşısında da bu tutuma
cevap verebilecek siyasi meşruiyete ve geleceğe sahip bir hükümet olması
gerekir.
Bugün akan kanı durdurmak için en acil olan şey hükümeti
kurmak bir an önce.
Umarım 'keşif heyeti'
başkanları Ak Partili Ömer Çelik ve CHP'li Haluk Koç bu aciliyetin farkındalar.
ÖSO'nun IŞİD'i söküp atacak gücü var mı?
Türkiye dahil IŞİD karşıtı koalisyonun herhangi bir ülkesi,
Türkiye-Suriye sınırındaki Cerablus-Mare hattına karadan asker sokmayacağına
göre, havadan istediğiniz kadar bombardıman yapın, sonunda bir kara birliğinin
gelip oralarda hakimiyet kurması gerekecek.
Kim o kara birliği? Özgür Suriye Ordusu.
Peki ama ÖSO'nun öyle bir gücü var mı?
ÖSO, ağır silahları yok edilmiş, havan topları ve uçaksavar
bataryaları bile son derece pahalı hava saldırılarıyla yok edilmekte olan IŞİD'i
artık yenebilecek güçte mi?
Bütün dünya önümüzdeki aylar boyunca bunu görecek.
Büyük soru şu: Ya ÖSO'nun kara gücü bütün desteğe rağmen
IŞİD'i yenmeye yetmezse ne olacak? ÖSO'nun IŞİD'le savaşmak için boşalttığı
alanlara, mesela Halep'e, rejim güçleri geri almak için saldırırsa ne olacak?
PYD/YPG'den yardım mı istenecek, yoksa Türk piyadesi mi
IŞİD'le savaşa girecek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder