29 Ağustos 2015 cumartesi günü Hürriyet'te çıkan yazımı hayli gecikmeyle burada da paylaşıyorum:
*
*
Artık 12 yaşına doğru gelmekte olan oğlum, bir-iki yıl kadar
önce durduk yerde, cep telefonundan nasıl internete bağlanıldığını sordu. Şimdi
hazır 4.5G ihalesinin dumanı tazeyken ona verdiğim cevabı burada da aktarmak
istiyorum.
Biz insanlar, soyut şeylerdense elle tutulur somutlukta
şeyleri kavramaya daha yatkınız. 'İnternet'
dediğimizde de karşımızda elle tutulur somutlukta bir şey görmek istiyoruz;
istiyoruz ki bir yerlerde 'internet'
diye bir nesne olsun, biz de ona bağlanalım ve istediğimizi yapalım.
Ama öyle değil. İnternet bir nesne değil; illa nesne
diyeceksek gezegenimizin her yanına dağılmış belki katrilyonlarca ayrı
nesneden, katrilyonlarca kilometrelik kablolardan, uzaydaki uydulardan vs söz
etmemiz gerekir.
İnternet, ilk yıllarındaki ismiyle 'info-bahn' (otoban gibi infoban) veya 'information highway' sahiden de. Siz bu otoyola 'kapı'lardan geçerek dahil oluyorsunuz.
Biz konuşurken neler oluyor?
Oğlum bana cep telefonuyla interneti sorduğunda önce ona
telefonu anlatmam gerekti.
Cebinizden telefonu çıkardınız, ülkenin (belki dünyanın)
öteki ucundaki birini aradınız. Çevirdiğiniz numaralar telefonunuzun anteninden
en yakın baz istasyonuna gitti, oradan belki yeraltı kablosuyla belki uydu
bağlantısıyla bir bilgisayara ulaştı. Bilgisayar çevirdiğiniz numaraya baktı ve
onu kendi sisteminde bulmaya çalıştı, o numaranın o an hangi baz istasyonuna
yakın konumda olduğunu saptadı ve sizin aramanızı o baz istasyonuna yönlendirdi.
Aradığınız kişinin telefonu çaldı, o açtı. Bu sefer karşılıklı olarak
sesleriniz belki uzaya gidip gelerek birbirine ulaştı.
Evet basit bir telefon araması yaptığınızda aynen bunlar
oluyor; ben kısaltarak aktardım daha ne detaylar var siz telefonla dolaşırken
telefonunuzla baz istasyonları arasında geçen.
Gördüğümüz ve görmediğimiz radyasyon
Bu noktada oğlum, 'Peki
ama bu telefonla baz istasyonu nasıl konuşuyor' diye sordu. Bir nesne, elle
tutulur bir bağlantı arıyordu.
Kaçınılmaz biçimde geldik elektro manyetik spektrum
konusuna.
Gözümüz nasıl görüyor? Renkleri nasıl ayırt ediyoruz? Bütün
bunlar atomaltı dünyayla ilgili konular. Işığı taşıyan fotonlar belli bir dalga
boyuyla ardışık olarak geliyor. Bizim gözümüz o dalga boylarının belli ve çok
da kısıtlı bir aralığını algılayabiliyor; algıladığımız o bölgeye 'Görülür ışık' diyoruz.
Ama biliyoruz ki gördüğümüz ışığın bir ucunda kırmızı renk
var, diğer ucunda mor. Göremediğimiz bölgelere de 'kızıl ötesi' ve 'mor ötesi'
diyoruz.
Elektromanyetik radyasyonu (evet gördüğümüz ışık da tanımı
gereği radyasyon) dalga boylarıyla ayırıyoruz. Suya attığınız taştaki gibi
minik dalgalar birbirini izleyerek yayılıyor. İşte o iki dalga arasındaki
mesafeye 'dalga boyu' deniyor.
En geniş dalga boyunun evrenin büyüklüğü kadar (13.7 milyar
ışık yılı) olduğu, en dar dalga boyunun ise Planck Sabiti adı verilen birim
kadar olduğu genel kabul gören bir şey.
Radyo dalgalarını görebilseydik
Mesela bizim gördüğümüz ışığın dalga boyu 400-780 nanometre
aralığında değişiyor. Ama diyelim arabanızda dinlediğiniz FM radyo istasyonunun
sinyallerini taşıyan radyasyon, 1 milimetreden yüzlerce metreye uzanan dalga
boylarına sahip.
Cep telefonu sinyalini taşıyan frekanslar da öyle, gözle
algıladığımıza göre çok daha geniş dalga boylarına sahip frekanslar.
Bir minik bilgi: Frekansı dalga boyuyla ölçebildiğimiz gibi
parçacığın enerjisiyle de ölçebiliriz. Geniş dalga boyları daha düşük, minik
dalga boyları ise daha yüksek enerjiye sahip. O yüzden mor ötesi insan sağlığı
için daha tehlikeli.
Röntgen nasıl görüyor?
Mor ötesine gittikçe frekansların dalga boyları küçülüyor,
çok çok çok küçülüyor. Mesela hastanede röntgen çektirdiğinizde 1 nanometreden
bile küçük dalga boylarına maruz kalıyorsunuz. Bu küçüklükteki dalga boylarında
gelen atomaltı parçacıklar, sizin bir tarafınızdan girip öteki tarafınızdan
çıkıyor, bu sayede doktor içinizi görebiliyor. (Ama tabii bu denli küçük
parçacığa maruz kalmanın bir riski de var: O parçacık içeride sizin DNA'nızı
oluşturan minik bir başka parçacığa çarpabilir, onu bozabilir ve siz de kanser
olabilirsiniz .)
Her şey ya 0 ya 1
Peki internete nasıl bağlanıyoruz? Nasıl birbirimizle
telefonda konuşuyorsak öyle aslında. Çünkü telefon açısından ses de, ekrana
yazdığınız komut da 'veri' demek;
telefon verileri gönderiyor, gelen verileri de alıyor.
Oğlum bu noktada, 'Tamam
da o minicik dalga boylarında veri nasıl taşınıyor' diye sordu.
Radyo dalgalarının ve radyonun keşfi aslında insanlığın en
büyük keşiflerinden biri. O dalgaların üzerinde önce analog, sonra da sayısal veri
transferinin yapılabileceğinin anlaşılması bugünkü iletişim devrimini yarattı.
Makinelerimiz o dalgaları manipüle ederek bir uçtan diğerine
0 ve 1'leri iletiyor. O sayısal veriler de yerine göre sese, yerine göre
fotoğrafa, yerine göre videoya, yerine göre yazıya dönüşüyor, bize ulaşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder