Cumhurbaşkanlığı
sistemi, ülkemizde siyasetin yapılma biçimini çok radikal bir
biçimde değiştirecek.
Değişecek
şeylerin başında, siyasi partilerimizin siyaset yapma tarzları
geliyor.
Bizim siyasi
partilerimizin iş yapma biçimi, siyaset bilimi literatüründe
'clientelism' olarak tanımlanıyor. Wikipedia'da ilgili madde
aynen şu cümleyle başlıyor: “Clientelism is the exchange of
goods and services for political support, often involving an implicit
or explicit quid-pro-quo.” Yani, siyasi destek karşılığında
mal ve hizmet sunmak veya tam tersi mal ve hizmet karşılığı
siyasi destek vermek.
Biz tabii, bu
yöntemin de kitabını yazmışız. 'Clientalisme' ('Müştericilik'
mi desek?) sadece iktidar partisine özgü değil; irili ufaklı
bütün partilere özgü bir durum. Hatta parlamentoda temsil
edilmeyen partilerin temel iş yapma tarzı bile bu 'müştericilik'
sınırları içinde kabul edilmeli.
Cumhurbaşkanlığı
sistemi 2019'da devreye girdiğinde ilk değişecek şeylerden
birinin bu 'müştericilik' düzeni olması beklenir. Çünkü hizmet
ve dağıtım işleri partiden Cumhurbaşkanına kayacak; biraz sonra
anlatmaya çalışacağım, Cumhurbaşkanları da artık temsil
ettikleri partilerden daha fazla, daha büyük bir şey olacaklar
ister istemez.
Tabii,
partilerimizin tümüyle 'müştericilik'ten çıkacaklarını
bekleyemeyiz; vatandaş taleplerini yine partiler aracılığıyla
yukarı doğru iletecek ister istemez ama yine de yeni durum,
bugünkünden hayli farklı olacak kaçınılmaz biçimde.
Aday
çıkarabilir partiler, çıkaramaz partiler
Cumhurbaşkanlığı
sistemi devreye girdiğinde, partilerimiz bir değişik durumla
karşılaşacak. Acaba Cumhurbaşkanı adayı gösterecekler mi,
göstermeyecekler mi? Bu soru, Ak Parti dışındaki bütün partiler
için geçerli.
Örneğin, oy
oranı yüzde 2-14 arasında olan ve üst sınırını bir türlü
daha yukarıya taşıyamayan, görünür gelecekte taşıma ihtimali
de olmayan partilerimiz var: HDP, MHP, SP, BBP vs.
Topladığınızda
bu dört parti oyların dörtte bire yakın bölümünü alabiliyor
ama tek başlarına yüzde 50 + 1 oya erişmelerine imkan yok. Açıkça
görülen sebeplerle Cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak kurup
ortak aday da gösteremezler. O zaman ne yapacak bu küçük
partiler?
İki ihtimal var:
Seçilemeyeceğini bile bile bir Cumhurbaşkanı adayı çıkartırlar
veya çıkartmazlar.
Yeni Anayasamıza
göre, Meclis'te grubu bulunan partiler ile son genel seçimde tek
başına veya birlikte yüzde 5 oy almış partiler ile 100 bin
vatandaşın imzasını toplayabilmiş olan kişi Cumhurbaşkanı
adayı olabiliyor.
Bu durumda, 1
Kasım 2015 seçim sonuçlarına göre BBP ve SP bir araya gelseler
dahi Cumhurbaşkanı adayı çıkartamıyorlar. Sadece HDP ve MHP
kendi başlarına aday çıkartabilecek yeterliğe sahipler. Ama
dediğim gibi onların da adaylarını seçtirtebilmeleri hemen hemen
imkansız.
Öyleyse,
2019'dan itibaren partilerimiz iki kategoriye ayrılacak:
Cumhurbaşkanı seçtirtme ihtimali olan partiler ve olmayan
partiler.
Olan partiler
malum: Adalet ve Kalkınma Partisi bunların başlıcası; şimdilik
bir de Cumhuriyet Halk Partisi var.
Adalet ve
Kalkınma Partisi'nin 2019'da kimi Cumhurbaşkanı adayı
göstereceğini bilmeyenimiz yok herhalde.
Peki CHP ne
yapacak, öteki küçük partiler ne yapacak? Bilmediğimiz bu.
Önce CHP'yi
konuşalım, sonra da ikinci kategori partileri adını verdiğim, CB
seçtirme ihtimali olmayan ve dolayısıyla aday çıkartmama
ihtimali bulunan partileri.
CHP
adayını nasıl arayacak?
2019 Kasımında
yapılacak seçim için CHP kendine öyle bir aday bulmalı ki, bir
yandan partiyi ve onun siyasi programını bir çeşit 'lider'
olarak temsil ediyor olsun, bir yandan da uzunca bir süreden beri
yüzde 21-25 oy aralığında sıkışmış gözüken CHP seçmen
oranının çok ötesine geçip daha kapsayıcı olsun ve yüzde 50 +
1 oyu kazanabilsin, Recep Tayyip Erdoğan'a ilk seçim
yenilgisini yaşatsın.
Kimdir o kişi ve
CHP o kişiyi hangi yöntemle nasıl arayıp bulacaktır, hep
birlikte yaşayıp göreceğiz.
Bu konuda
şimdiden bildiğimiz tek bir şey var: CHP, o kişiyi arama bulma
yöntemini kısa zamanda geliştirip ortaya koyamazsa, büyük
ihtimalle olabilecek en iyi adayı da bulamayacak ve sonuçta yeni
bir Ekmeleddin İhsanoğlu vakası kaçınılmaz hale
gelecektir.
2019'da böylesi
bir beceriksizlikle yaşanacak bir yenilgi, CHP'yi 2024'te
'Cumhurbaşkanlığına seçilebilir bir aday çıkartabilir
parti' kategorisinden aşağı düşürebilir.
Yani 2019 CHP
için son şans olabilir, eğer bu parti son dakikada şapkadan
tavşan çıkartırcasına bir aday belirler ve seçimi kaybederse,
bir daha hiçbir zaman seçim kazanamayacağı düşüncesi hakim
olabilir ve MHP ile HDP'nin pozisyonuna düşebilir. Öte yandan
düzgün işleyen bir yöntemle aday belirlenir ve bu aday da geniş
kitleler tarafından kerhen değil gerçekten
benimsenirse, seçim kaybedilse dahi CHP 'Aday çıkaran parti'
konumunda kalmaya devam eder.
CHP veya başkası,
yeni sistem en azından Cumhurbaşkanı adayı çıkarma ve ülkeyi
yönetme iddiası bakımından Türkiye'yi ikili bir sisteme
zorluyor.
Başkanın
kampanyası, milletvekilinin kampanyası
Cumhurbaşkanı
seçimi ve aday belirleme süreci, yeni dönem siyasetinin yegane
yeni yönü değil. Çok üstünde düşünülmedi, “Genel
başkanlar listeyi belirlemeye devam eder” denip geçildi ama
milletvekili seçimi ve onun biçimi de partileri değiştirecek.
Önce,
seçilebilir nitelikte Cumhurbaşkanı adayı çıkartacak iki
partiden, Ak Parti ve CHP'den söz edelim, sonra HDP ve MHP'nin
durumlarına bakalım.
Bir yandan
Cumhurbaşkanı adayı ve onun kendine ait kampanyası olacak, bir
yanda da milletvekilleri seçilebilmek için uğraşacaklar.
Eskiden genel
başkan ve parti bütün kampanyayı sürüklüyor, tek bir reklam
kampanyası ile bütün mesajlar verilebiliyordu.
Oysa yeni durum
bu kadar basit olmayacak. Vaatler ve mesajları CB adayı verecek,
milletvekilleri ise icrai herhangi bir güce sahip olamayacakları
için kampanya yapmakta çok daha fazla zorlanacaklar.
Kuşkusuz
partinin Cumhurbaşkanı adayının bir sürükleyiciliği ve partiye
kazandıracağı oy olacaktır ama bu oylar her zaman yetmeyebilir;
yerel adayların yerel kampanyalarının ağırlığı artmak
zorunda.
Bu durum, belki
ilk seçimde değil ama zaman içinde CB adayları ile
milletvekillerinin tamamen ayrı organizasyonlarla yürümesini,
partinin daha çok milletvekilleri için çalışmasını ama CB
adaylarının kendi kampanyalarını partiyle paralel bile olsa
farklı bir büro üzerinden yürütmesini getirebilir.
Bu yeni durum
zaman içinde çok kritik bir gelişmeyi beraberinde getirecek:
Partilerimiz, siyasetin sürekliliği açısından daha çok
milletvekillerinin partisi olurken, CB adaylarının partiden daha
bağımsız, hatta çoğu zaman partiden daha büyük kitlelere hitab
edebilir nitelikte olmasının yolu açılacak.
CHP
adayı CHP'nin iki katı olmak zorunda
Bu son yazdığım,
bugün Ak Parti için çok geçerli olmayabilir ama CHP kesinlikle
daha ilk seçimden bu yola girmek zorunda kalacak. Eğer çıkaracağı
CB adayının seçimi kazanmak, Tayyip Erdoğan'ı yenmek gibi bir
kaygısı olacaksa, o aday bugünkü CHP'den daha büyük, en az iki
kat büyük bir kitleye hitab edebilir nitelikte birisi olmak
zorunda.
Tam da bu
sebeple, büyük ihtimalle o aday bugünün klasik CHP'lilerinden
biri değil, parti dışından ama CHP ile uyumlu biri olacaktır. Ve
böylece partiden seçilecek milletvekilleri ile arasında, seçilip
Cumhurbaşkanı olsa dahi mutlaka bir mesafe, hatta çekişme
olacaktır.
Dediğim gibi bu
durum şimdilik Ak Parti için geçerli değil; ama bu partinin
Cumhurbaşkanı seçtirememesi ve/veya 2019'da Cumhurbaşkanı
seçtirse bile parlamentoda çoğunluğu sağlayamaması durumunda,
CHP'nin daha 2019'da gireceği yola bir sonraki seçimde mecburen Ak
Parti de girecek.
İktidarın el
değiştirmesi durumunda, zaman içinde bütün Cumhurbaşkanı
adayları, ister Ak Partili ister CHP'li olsunlar, yüzde 50 + 1 oy
alma zorunluğunun kaçınılmaz gereği olarak daha merkez
politikaların peşinden koşmaya, daha çoğulcu olmaya, mümkün
olduğunca daha çok insanı kapsamaya çalışacaklardır. Bu da,
aslında siyasetin kutuplaşmacı dilden kaçınmasına hizmet
edecektir.
MHP
ve HDP'nin geleceği ne olacak?
Buradan gelelim
küçük partilerin durumuna. Yani MHP ile HDP'ye.
Cumhurbaşkanı
seçtirmek gibi bir iddiası bulunmayacak olan bu partiler, var olan
bütün enerjilerini milletvekili seçimine verecekler ister istemez.
Elbette seçim sisteminin değişip değişmeyeceğini ve değişse
bile ne yönde olacağını şimdiden bilmiyoruz ama eğer baraj
düşecek veya tamamen kalkacaksa (artık yüzde 10'luk ulusal seçim
barajının hiçbir siyasi meşruiyeti kalmadı, unutmayın) bu iki
partinin yanına başka küçük partiler ve hatta bağımsız
milletvekilleri de eklenecektir.
Burada soru şu:
Ülkeyi yönetme iddiası hiçbir zaman olmayacak, hiçbir zaman bir
koalisyonun parçası olarak bile fikirlerini icra edemeyecek olan
bir siyasi parti yaşamaya devam edebilir mi, edemez mi?
Bugüne kadar
“Küçük olsun benim olsun” anlayışını yaşatan şey,
müştericilikti. Her partinin kendine göre müşterisi var ve
partiler ne yapıp edip o müşterilerine hizmet ve mal aktarmakta
bir rol oynuyorlar.
2007'den beri
milletvekili genel seçimiyle yerel seçimleri kıyasladığınızda,
genel seçimde HDP (ve öncülleri) dahil dört siyasi partinin öne
çıkıp hatta oyların bu dört partide konsolide olmasına karşılık
yerel seçimde çok daha fazla sayıda partinin küçük küçük de
olsa oy aldığını görüyoruz.
Bunun en önemli
sebebi yüzde 10'luk seçim barajı. Partinizin yüzde 10'u
geçemeyeceğini düşünüyorsanız ona oy vermiyorsunuz. Ama bir
sebep daha var: Yerel yönetimler sayesinde küçük partiler de
kendi müşteri kitlelerine mal ve hizmet aktarmayı
sağlayabiliyorlar.
Yeni sistemin en
çok etkileyeceği siyasi partinin MHP olacağını şimdiden
söyleyebiliriz. Bu parti, sembolik olarak bir Cumhurbaşkanı adayı
çıkartsa da çıkartmasa da milletvekili seçiminde zorlanacak ve
büyük olasılıkla da ciddi oy kaybına uğrayacaktır.
HDP ise etnik
milliyetçi bir tabanın partisi olduğu, Türkiye'de Kürt sorunu
devam ettiği müddetçe, yüzde 7-12 arasında bir seçmen kitlesi
için yegane adres olmayı sürdürecektir.
HDP'nin neredeyse
'tapulu seçmeni' olan bu kitle, geleceğin siyasetinde ilginç
bir biçimde son derece belirleyici bir role sahip olabilir.
Dilerseniz biraz
da onu konuşalım.
Referandumda
Kürt seçmen faktörü
Bütün
hile/baskı iddialarına rağmen, referandumdaki oy dağılımından
edinilecek dersler var. Bu derslerin başında da, Kürt seçmenin
davranışı geliyor.
Ak Parti ile
MHP'nin 1 Kasım 2015'teki oy toplamından fazla evet oyu çıkan 14
vilayet var ve bunların hepsi de Kürt seçmen ağırlıklı
vilayetler. Evet cephesinin bu vilayetlerden aldığı fazladan
oyların toplamı 400 bin civarında. Referandumda evetin 1 milyon
300 bin farkla kazandığı dikkate alındığında bu 400 bin oyun
'Evet' yerine 'Hayır' demesinin farkı bir anda 500 bine
indireceğini görmeliyiz. (Kürt seçmen ağırlıklı vilayetlerde
seçime katılımda da 600 bine yakın azalma var. HDP, bu azalmayı
devlet baskısına bağlıyor. O 600 bin kişi seçime neden
katılmadı, katılsaydı hayır oyu mu verirdi, bunu bilmiyoruz ama
referandumun sonucunda Kürt seçmenlerin varlığı kadar yokluğunun
da ciddi etki yarattığı açıkça görülüyor.)
Referandum
sonucu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a, bıçak sırtında riskli
bir çoğunluğa sahip olduğunu gösterdi. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı
seçimi referandumdan farklı bir gündemle, Cumhurbaşkanı'nın
icraat gündemiyle yapılacak, o yüzden referandumla 2019'daki seçim
arasında bir yere kadar paralellik kurulabilir.
Kime
kaç Kürt oyu lazım?
Ama yine de,
kimlik temelli ve blok halinde hareket eden seçmen açısından
bakıldığında, Tayyip Erdoğan'ın 2007'deki kadar yüksek
seviyede olmasa da, 7 Haziran 2015'teki kadar da düşük seviyede
olmayan Kürt oyuna ihtiyacı olduğu ortada. (Ak Parti, 7 Haziran
2015'te yüzde 41'e düştüğünde, bir önceki seçime göre kabaca
3 milyon Kürt oyunu kaybetti.) Başka türlü yüzde 50'nin üzerine
çıkmak pek kolay gözükmüyor.
Öte yandan,
Tayyip Erdoğan için geçerli olan bu gerçek, rakibi için
fazlasıyla geçerli olacak. Çünkü Erdoğan'ın 2019'daki olası
rakibi sadece geçmişte muhalefet saflarında kalan 7 milyona yakın
Kürt oyunu almaya çalışmayacak, bir de Türkiye'nin geri
kalanından da 18-19 milyon oy daha alacak ki yüzde 50'nin üzerine
çıkabilsin.
Yeri gelmişken
hatırlatayım: Bugün 58 milyon seçmenimiz var, 2019'da bu sayı 60
milyon olacak. Yani, Cumhurbaşkanı olabilmek için 25 milyonun
üzerinde, hatta belki 26 milyonun üzerinde oya ihtiyacı olacak
adayların.
Bugünkü siyasi
kutulaşmamızın 2019'a kadar değişmeyeceğini varsayacak olursak,
toplam sayısı 2019'da 9 milyonun üzerine çıkacak olan Kürt
kökenli seçmenler aynı anda hem kilit hem anahtar konumuna
gelecek.
Burada da bir
dengesizlik var: Tayyip Erdoğan'ın bu 9 milyon seçmenin kabaca 3
milyonu aşkın bölümüne ulaşması ona yetebilecekken rakibinin 7
milyon Kürt seçmene ulaşması gerekebilecek. (Dediğim gibi diğer
her şey sabit kalmak şartıyla.)
Sert
ideolojik söylemlerin sonu geliyor mu?
Evet, 2019'da
Cumhurbaşkanı seçilmek için 25, hatta 26 milyonun üzerinde oy
alması gerekecek bir adayın. Peki bu kadar oy, dar ideolojik
söylemlerle, dar siyasi kimlikler üzerinden alınabilir mi? Bence
hayır.
O yüzden, bugün
aynen 7 Haziran ertesinde olduğu gibi, kendini bir blok gibi gören
ama aslında birbirine benzemeyen kişi ve gruplardan oluşan
muhalefetin, Tayyip Erdoğan karşısında pozitif bir gündemle bir
araya gelmesini sağlayacak bir adaya ihtiyacı var. Bu adayı
çıkartması beklenen siyasi örgüt ise Cumhuriyet Halk Partisi.
Türkiye'de bir
'Erdoğan karşıtlığı' siyasi sermayesinin bulunduğu
kuşku götürmez bir gerçek. Ama salt Erdoğan karşıtlığının
yüzde 50 +1 oy getirmesi imkansıza yakın bir şey. Zaten, seçimde
Erdoğan'a karşı aday olacak kişinin Erdoğan'a karşı olduğu ve
onu eleştireceği kuşku götürmez, doğal bir şey. Ama o kişi,
bu eleştirilerinin yanına inanılır bir gelecek projesi, inanılır
bir icra planı da eklemek zorunda.
Bu söylem
oluşturulurken de, çok daha kapsayıcı bir siyasi dil ve üslup
benimsenmek zorunda.
Öte yandan,
2019'un Kasım ayında Recep Tayyip Erdoğan'ın ve partisinin
iktidardaki 17. yılını tamamlayacağı da dikkate alınmalı.
Bunca yılın yorgunluğu ve yıpranmışlığını göz önüne
aldığımızda, seçimde onun işinin de kolay olmayacağını
görmeliyiz.
Kaldı ki,
bugünden 2019'a varana kadar ülkede pek çok şey olabilir, işler
iyiye gidebileceği gibi kötüye de gidebilir.
Bütün bunlar
göz önüne alındığında, muhalefetin öncü, hatta yegane
partisi olmak istiyorsa, CHP'nin 2019 için aday belirleme sürecini
bir an önce başlatmasında ve Tayyip Erdoğan'a karşı en iyi
adayı bulmak için kendisini de aşan bir çabaya girişmesinde
büyük fayda var.
Harika bir analiz.
YanıtlaSilEn uygun aday....Hikmet Çetin.