11 Kasım 2014 Salı

Interstellar: Güzel film ama abartmayalım

Baştan uyarayım: Halen sinemalarda gösterilmekte olan Interstellar adlı filmi henüz seyretmemiş ama seyretmeyi düşünenler varsa, lutfen bu yazıyı okumasınlar. Çünkü yazıda filmin sonu dahil bütün hikayesi hakkında ileri geri laflar edeceğim.


Epeydir yapım hikayesini takip ettiğim bir filmdi Interstellar. Hemen gösterime girdiği gece değil de iki gün sonra izleyebildim.
Film, görece çok uzun (169 dakika yanılmıyorsam) olmasına rağmen çok tempolu. Bu bakımdan da, benim bir filmden en temel beklentimi karşılıyor; yani sıkılmadan iki saat (bu vakada 3 saat) vakit geçirdim.
Ama elbette bir filmden yegane beklentim bu değil.
Film eleştirmeni değilim, film eleştirisi denen şeyi de epeydir okumaktan vazgeçtim. Sinemasever, daha çok bilim-kurgu sever ve bir ölçüde de popüler bilim meraklısı biri olarak izledim Interstellar'ı, aşağıda yazacaklarım da lutfen bu bağlamda okunsun.
Film bizi bir 'distopya' ile karşılıyor. Dünyada açlık olmuş, iklim değişiminden kaynaklanan ciddi bir çöküş olmuş, Amerika'da bile (Amerika'da bile!) geri gidiş olmuş, temel iş kolu çiftçiliğe dönüşmüş vs vs.
Sadece bu kadar da değil. İnsanlık ölüyor; çünkü doğa ölüyor. Düşünsenize skandalı: Mısır bitkisi ölüyor, NASA bile kurtaramıyor!
Amerika'da durum o kadar vahim ki, ordu dağıtılmış çünkü ordu besleyecek para yok. Ama nasıl olmuşsa barış var, depresif de olsa huzur var, dünyanın sağında solunda da kayda değer bir huzursuzluk, savaş vs yok ki, film yapımcıları bize bu konuların sözünü bile etmiyorlar.
Tuhaf bir durum.
Bu arada Amerika, her halde para tasarrufu için, ordusunu dağıttığı yetmezmiş gibi NASA'yı da gizlice besleyebiliyor; çünkü NASA'da bazı bilimciler insanlığın yegane kurtuluşunun dünyadan ayrılmak olduğunu düşünüyorlar. (Bence yanlış bir düşünce değil; bu dünya insanlığı besleyemeyecek, eninde sonunda uzayda kendi kendine yeten koloniler kuracağız.)
Bu ortamda, eski NASA pilotu Coop'u tanıyoruz. Bize uçsuz bucaksız gibi gözüken bir çiftlikte mısır tarlalarının içinde insansız biçerdöverler programlayan, elbette çiftçilikten çok sıkılan, çok parlak olmayan büyük oğlu Tom ve bir hayli parlak bir çocuk olduğunu baştan anladığımız (çünkü babası açıkça onu kayırıyor oğluna karşı) 10 yaşındaki kızı Murphy ile zaman zaman çocuklarının ölmüş annesini de anarak yaşayıp giden, çiftliğin sahibi kayınpederi ile gayet iyi anlaşan bir adam Coop.
Bir gün çocuklarıyla kamyonetlerinde giderlerken lastikleri patlıyor. (Dünya fakir düştü ama hala otomobiller var, benzin var.) Tam lastiği değiştirecekler, kafalarının üzerinden bir insansız hava aracı geçiyor. Coop aracı tanıyor, 'Hindistan'a ait' diyor, 'Herhalde en azından 10 yıldır havada.' Hemen peşine düşüyorlar, anında ortaya bir lap-top ve ona bağlı bir anten çıkıyor, Coop tarlaların arasında bozuk yolda son sürat giden otomobilin içinde insansız hava aracını 'hack'lemeyi ve kendi kontroluna almayı başarıyor, hatta aracı yumuşak biçimde toprak zemine indiriyor. (Bu arada Hindistan'ın da fakir düşüp bu insansız hava araçlarını artık yönetemez ve uçuramaz duruma geldiğini öğreniyoruz.)
Bu olağanüstü başarısından çiftçiden çok öte yetenekli biri olduğunu anladığımız Coop'u eve dönüşte bir sürpriz bekliyor. Kendi programladığı biçerdöverler işi bırakmış ve hep birlikte eve geri dönmüşler. Arızayı çözemiyor bir türlü, kızı Murphy (Murphy Kanunları'na nazire olsun diye verilmiş bir isim galiba) bu durumu evdeki 'hayalet'e bağlıyor. O zaman anlıyoruz ki Murph'ün odasındaki devasa kütüphanede tuhaf şeyler oluyor, bazı kitaplar durduk yerde aşağı düşüyor. Murph de kütüphanede oluşan bu deliklerin düzeninden şüpheleniyor, orada bir şifre olup olmadığını anlamaya çalışıyor, babasına 'Mors alfabesi bile öğrendim acaba bu bir mors kodu mu, diye' diyor. (Parlak çocuk demiştim.)
Neyse bütün filmi anlatmayayım şimdi, sonuçta odada bir 'hayalet' olmadığı, garip bir yer çekimi düzensizliği olduğu ortaya çıkıyor. Coop bir gece kafayı yeme pahasına bu yerçekimi düzensizliğine bakıyor ve orada bir 'binary' (sadece 0 ve 1'den oluşan ikili sistem) şifre olduğunu anlıyor. Kütle çekim gücündeki anomali, Coop'a bir harita koordinatı veriyor.
Coop atlayıp arabasına bu koordinata gitmeye karar veriyor, tabii kızı Murph de gizlice arabaya saklanıyor, o da geliyor. Vardıkları yer gizli NASA tesisi. İçeride 'Profesör Brand' var, o Coop'u tanıyor, daha aradan iki saat geçmeden bütün Amerika'dan saklanan sır Coop'a anlatılıyor: İnsanlığı kurtarmak için uzaya gidiliyor, hatta daha önce 12 uzay gemisi gitmiş bile; çünkü son 40 yıldır Satürn'ün orada bir yerde bir 'wormhole' (solucan deliği) belirmiş, onu kullanıp uzak galaksilere keşfe çıkılmış.
Peki, uzay-zamanın geometrisinde büyük bir bükülme olmadan ortaya çıkamayacak olan o solucan deliğini kim koymuş oraya? Kimse bilmiyor ama 'Onlar' deniyor; kimse artık onlar...
Burada biraz duraklayalım. Interstellar'ın içinde ciddi bilim var. Haftalardır Amerikan popüler bilim dergileri filmdeki bilimi övüyor, çok az hata bulduklarını söylüyorlar. Daha ilginci, filmin yapımcılarından biri ünlü ve büyük bir fizikçi olan Kip Thorne. (Filmdeki robotlardan birinin adı da Kipp bu arada.)
İşte bu Satürn'ün yakınlarında bir yerde beliren solucan deliği, modern fiziğin öngördüğü teorik şeylerden biri. Filmde solucan deliğinin nasıl bir şey olduğu meşhur kağıt kıvırma örneğiyle çok iyi anlatılıyor, ben ona girmeyeceğim. Yalnız şu var: Bir solucan deliğinin oluşabilmesi için gereken yüksek kütleçekim gücü, deliğin her iki tarafında da bir takım değişikliklere sebep olur. Ama bizim solucan deliğimizin ağzı sanki bir pencere gibi sakin sakin orada duruyor, bu pek olacak bir şey değil.
Elbette filmin bir kurgu olduğunu, filmi yazan Nolan kardeşlerin de yaratıcı özgürlüklerini kullandıklarını biliyorum ama canımız çektiğinde bilimle sınırlı olmak çekmediğinde bilimi eğip bükmek benim çok hoşuma giden bir tarz değil.
Bir örnek daha: Gezginlerimizin ilk gittiği gezegen bir kara deliğin çok fazla yakınında. Bize deniyor ki, bu gezegende geçirilecek 1 saat dünyada 7 yıla bedel. Coop, kızına 'Geri döneceğim' diye söz verdiği için acele ediyor ama işler aksıyor, yüzeyde istemeden fazladan 1 saat 45 dakika kalıyorlar. Geri döndüklerinde, yörüngede bıraktıkları arkadaşları 23 yıl yaşlanmış. (Gezegene gidenler için sadece 4-5 saat geçti.)
Yahu bir kara delikten yüzbinlerce ışıkyılı uzakta olan ve dolayısıyla çok daha yavaş hareket eden dünyada sadece 7 yıl geçerken, karadeliğin burnunun dibinde olduğu için herhalde ışıkhızına yakın bir hızda hareket eden o gezegenin yörüngesinde bir uzay aracında duran adam nasıl olur da 23 yıl birden yaşlanır? Nerde bu fizik kanunları, nerde görecelik, nerde bu Einstein?
Neyse bu yazı çok uzamaya başladı; hemen filmin sonuna gelelim...
Az önce yaratıcının özgürlüğünden söz ettim. Ben, Coop'un ve daha önemlisi robot TARS'ın karadeliğe düştükten sonra yaşamaya ve hatta birbirleriyle konuşmaya devam etmelerine fazla takılmadım. Film bu. Yoksa karadeliğin olay ufkuna yaklaştığınızda bile öyle bir ezilirsiniz ki, bırakın bilinçli olmayı atomlarınız bile bir arada duramaz, hatta muhtemelen aynı atom bile olamazlar.
Neyse, Coop karadeliğin içinde kendini kızının yatak odasında buluyor. Olur a, bu da yaratıcı özgürlük. Hiç lafım yok. Yalnız mesele şu: Kim koyuyor o yatakodasını oraya? Coop mu, Coop'un bilinçaltı mı, yoksa 'onlar' mı?
Bir adım ileri gidelim: Coop neden kızına mesaj yolluyor ki? Doğrudan kendisine yollasa ya? (Nitekim en temel mesajlardan birini zaten kendisi çözdü.) Kızına saatin saniye kolu aracılığıyla yolladığı kuantum bilgilerini kendi kendine yollasa ve bu bilgilerle daha Prof. Brand hayattayken problem çözülse daha iyi olmaz mı?
Daha da ileri gidelim: Madem zamanda geri gidebiliyor, dünya fakirleşmezden önceye, hatta doğanın mahfı başlamazdan önceye gitse ve herşeyi düzeltmeye çalışıp öyle birine mesaj verse daha iyi olmaz mı?
Düşünsenize, karadeliğin içindesiniz, hayattasınız ve bütün dünya tarihi önünüzde bir kitap gibi duruyor, zaman kısıtınız da yok, çünkü karadeliğin içinde zaten zaman yok.
Ama siz ne yapıyorsunuz? Kızınıza önce babasına (yani kendinize) 'Gitme' demesi için mesaj veriyorsunuz, baktınız o olmuyor, bu sefer karadeliğin içindeki kuantum verilerini saatin saniye koluna mors alfabesiyle kodluyorsunuz.
Rahmetli Ahmet Kaya'nın dediği gibi, 'Nereden baksan tutarsız, nereden baksan ahmakça.'
Kızınız mors koduyla gelen kuantum bilgilerini alıyor ve sonunda yerçekimini yenecek formülü (birleşik alan teorisi herhalde) buluyor. Peki insanlık bu formülle ne yapıyor? Gezegeni terk edip bir takım uzay araçlarında koloniler kuruyor. Peki ama o fakir düşmüş dünya o uzay araçlarını yapacak para ve materyali nereden buldu acaba? Dünyadan kimler kurtuldu, sadece Amerikalılar mı? Nasıl oluyor da mutlu huzurlu ve kendi mitolojilerini yeniden yaratmış olarak yaşayabiliyorlar o uzay araçlarında?
En güzelini en sona sakladım: Coop, nasıl oluyorsa uyuya kalıyor ve bir uyanıyor bu uzay koloni gemilerinden birinde, Satürn'ün yakınlarında bir yerde.
Meğer insanlar onu Satürn yakınlarında sürüklenirken bulmuşlar. Koca uzayda...
Hadi diyelim buldular, Coop oraya nasıl geldi? Karadeliğin bir ucu Satürn'ün oradaki solucandeliğinde miydi? Kafanız mı karıştı...
Bir daha deneyelim: O solucan deliğini kim koydu oraya? 'Onlar' mı, yoksa Coop mu, yoksa o uzak gezegende tüp bebekleri doğurmaya hazırlanan Amelia'nın yetiştirdiği gelecek nesiller mi?

Ben gideyim şu filmi bir daha seyredeyim en iyisi...

1 yorum:

  1. yorumlarınız hiçbirşeyi beğenmeyen Türk ekolünden olmuş açıkçası maalesef. genel fikrini değil, anları değerlendiriyorsunuz.
    Pekçok soru işareti kalması normal ama bu kibirli bakışınız çok enteresan.

    YanıtlaSil